Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Yeni Dünyaların Keşiflerini Takip Etmek İçin Bir Kaç Kelime...

      XXII-Yeni yıldızların doğuşuna şahit olmak...7.600 ışık yılı uzaklıktaki NGC 3324 (Carina Nebula)https://go.nasa.gov/3z1qo48 XXI-Evren teorisinde radikal ve etkileşimli değişime neden olacağından hiç kuşku yok. 4,7 milyar ışık yılı uzaklıktaki "SMACS 0723" isimli galaksi kümesi .. Bu kümenin içinde ki her bir alt kümenin içinde milyarlarca yıldızdan oluşan birer galaksi olduğunu belirtiyor konunun uzmanları. https://go.nasa.gov/ xx-Doğanın Gücü Karşısında  Ne Kadar Çaresiz Olduğumuzu İspatlayan etkileyici görüntüler..https://bit.ly/3vOJGpQ xix- Güneşin çekirdeğinde oluşan ışığın yüzeye çıkması bir milyon yıl sürüyormuş...Dünyaya varması sekiz dakikaymış..Öyle yazıyor.. https://lnkd.in/d54VExs xviii-'Dev küresel kümenin' ortasında Güneş ve diğer gezegenlerin muhteşem ahenk görüntüsü...İnanılmaz ...İnsanın nutku tutuluyor https://twitter.com/i/status/1349051807121563648 xvii- Plüton'un meşhur kalbi aslında azot, karbon monoksit ve metandan oluşan dev bir buz kütlesiymiş.  https://www.nasa.gov/feature/scientists-probe-mystery-of-pluto-s-icy-heart XVİ-Bizden 300 ışık yılı uzaklıkta olup güney yarım küredeki Musca takımyıldızında yer alan ve Güneş büyüklüğünde olan TYC 8998-760-1 isimli yıldız (sol üstte), iki devasa gezegeniyle birlikte fotoğraflanmış. Bu bir ilk: https://iopscience.iop.org/article/10.3847/2041-8213/aba27e xv-Pentagon resmi olarak UFO videosu yayınlamış (görüntüler eski)! https://cnn.it/2W6XQBT xiv-Prof. Dr. Feryal Özel,  kendi galaksimiz olan Samanyolu'nun merkezindeki kara deliğin görüntülenmesi için çalışan ekipte yer aldığını açıklayarak göğsümüzü kabarttı. Bu ülkenin insanları yüzünü akla, bilime, sanata dönünce çok daha güzelleşiyor..https://bit.ly/2OfolBa xiii- 'Varolmaması gereken' bir gezegen... Teori dediğiniz olan biteni (Phenomena) açıklamak amacıyla kurgulanmış ,akla yakın,daha doğrusu "İnandırıcı "bir genel ilke veya ilkeler bütünü;kilit kelime "İnandırıcı".Herhangi bir teorinin kalae alınabilmesi için her şeyden önce "inandırıcı"olması gerekir."Yörüngesinde döndüğü yıldızdan büyük olamaz" hipotezi kötü kurulmuş,eksikli bir hipotezmiş.Bilim insanları, uzayda 'varolmaması gereken' yeni bir gezegen keşfetti. Yeni keşfi enteresan kılan şey, yörüngesinde bulunduğu yıldızdan çok daha büyük olması. Bu zamana kadar kabul gören teorilere göre, bir gezegenin yörüngesinde döndüğü yıldızdan bu kadar büyük olması imkansız görülüyordu.https://www.bbc.com/news/science-environment-49855058 xii-Nasa,265 bin Galaksiyi “Hubble Legacy Field”isimli Görsele sığdırmış. Öyle yazıyor   https://go.nasa.gov/2PGFyDG   xi- Bu bir ilk:Evrene dair bir sır daha çözüldü. ABD Ulusal Bilim Vakfı'na bağlı astrofizikçiler dün kara delik görüntüsünü paylaştı..Fotoğraf için dünyanın farklı noktalarındaki 8 teleskop kullanılmış.. Parlak çemberin nasıl oluştuğu bilinmiyor.. Saat yönünün tersine dönüyor. karadelik o kadar büyük ki aslında: Gözlemlenebilen evrende en büyük galaksinin merkezinde; Güneşin 6.5 milyar katı büyüklüğünde, bir uçtan diğer uca 40 milyar km...Güneş sistemimiz içine rahatlıkla sığaca...ğını ve yine de yer kalacağını söylüyor konunun uzmanı bilim adamları !... Akla sığmaz bir büyüklük...https://go.nasa.gov/2Z2mJPS  i-https://bit.ly/2QJ8Qp9 Gök bilimciler, Güneş Sistemi dışında yeni ve alışılmamış gezegenler sınıfı keşfetmiş. ii-https://go.nasa.gov/1FwzvKB Mars'ta su iii-https://goo.gl/94MfwM Dünya etrafında yaklaşık 22.000 uydu varmış. Bunların %5'i çalışır; %8'inin yakıtı bitmiş, %87'si ise bozuk durumdaymış.... iv-https://goo.gl/qfneeN 95 yeni öte gezegen keşfedildi. v-https://goo.gl/yrRx4S ‘Super Blue Blood Moon’   vi-https://go.nasa.gov/2ktuSsU NASA bilim insanları, evrenin uzak bir noktasında yer alan ve Kepler90 adı verilen güneşin yörüngesinde dönen bir gezegen keşfetmiş. Öyle yazıyor... Bilim insanlarının bu keşfi, dünyanın da içinde bulunduğu güneş sisteminin en yakın dengi olarak görülüyormuş. Kepler90 adı verilen ve Draco takımyıldızının bir parçası olan güneşin etrafında keşfedilen gezegene bilim insanları Kepler90i adını vermiş. Gezegenin tıpkı dünyanın içinde bulunduğu güneş sistemi gibi Kepler90'ın yörüngesinde döndüğü ve yörüngedeki sekizinci gezegen olduğu belirtiliyor. Bilim insanları, Kepler90i'nin dünya benzeri bir rotasyon içinde olmasına karşın dünyanın üç katı büyüklüğünde ve dünyadan 420 derece daha sıcak olduğunu belirtmişler vii--Işığı yansıtmayan siyah gezegen keşfedildi Kanada’da yer alan McGill Üniversitesi’nde çalışan bilim insanları, Güneş Sistemi’nin dışında Hubble uzay teleskobu aracılığıyla ışığı yansıtmayan yüzeye sahip, Jüpiter’den neredeyse iki kat büyüklüğünde bir gezegen (WASP-12B)’ keşfettiklerini açıkladığını yazıyor.... viii- Güneş'den uzaklığı 1.4 milyar km olan Satürn'ün uydusu ve  yüzeyi buzla kaplı olan Enceladus'ta hidrotermal bacalar keşfedilmiş  yaşam olabileceğine dair veriler elde edilmiş.....Suyu yaşam ile ilişkilendirmek şimdilik söylemek mümkün değilmiş Ancak ileri araştırmalar sayesinde belki gerçekleştirilebilecekmiş.... Öyle yazıyor. ..https://go.nasa.gov/2oAmv0c ix-- 400 ışık yılı uzaklıktaki HD 163296 isimli yıldızın çevresinde henüz oluşum halinde olan iki gezegen....http://bit.ly/2nRc3EM x--Türk astrofizikçi Burçin Mutlu Pakdil ve ekip arkadaşları, Dünya'ya yaklaşık 359 milyon ışık yılı uzaklıkta olan bir galaksi keşfetti.ABD'de Minnesota Duluth Üniversitesi'nde doktora öğrencisi olan Pakdil ve çalışma arkadaşları, daha önce gözlemlenmemiş ve eşine çok az rastlanan bir çift halkalı galaksi keşfetti.   PGC 1000714' ismi verilen ve artık bilim çevrelerinde ‘Burçin'in Galaksisi' olarak adlandırılacak olan 'hoag' tipi galaksi, Minnesota Duluth Üniversitesi ile Kuzey Carolina Doğal Bilimler Müzesi'ndeki bilim insanları tarafından keşfedildi.  Daha fazla: http://www.sciencealert.com/scientists-just-discovered-a-brand-new-type-of-galaxy

Kafkas Dağlarının Eteklerinde “Cennetin Saklı Bahçesi“ Memleketim Posof ..

Kötülüğü tanımamış insanların memleketi Ardahan’ın Ahıska sınırında ki ilçesi Posof.. Posof, Türkiye’nin Kafkasya’ya açılan çok önemli bir stratejik nokta. Ahiska Türklerinin Büyük sürgünden sonra özgürce yaşadığı yer Posof.. "Çocuk Olsaydım Posof’ta yaşamak isterdim!..."diyen Tuncel Kurtiz'i teyit edercesine doğduğum ama hep özlem duyduğum memleketim Posof. Birlikte izleyelim Kafkas Dağlarının eteklerinde "Cennetin Saklı Bahçesi"  Memleketim POSOF .https://www.youtube.com/watch?v=ztjl7md_BNQ. Her nedense hep  İçim burkularak izledim Ahıska Ömür Dediğin Mustafa Hacioğlu^nu. Birlikte izleyelim....  https://www.youtube.com/watch?v=VQJ3HgrYRco Ömrünün neredeyse tamamını sürgünde geçiren 74 yaşındaki Ahıska Türkü Mustafa Hacıoğlu'nun şahsında tüm Ahiska Türkleri 'nin  hem Türkiye, hem de hür dünya için ibretlik, bir o kadar da dramatik hayat hikâyesi.   "Bizi vatana hasret bırakacak trenlerin yolunu, kendi ellerimizle yapmıştık. 14 Kasım 1944 tarihi, yalnız Türk tarihinin değil, insanlık tarihinin de kara sayfasıdır.Bir kış gecesi 200'den fazla köy ve kasabada yaşayan binlerce Ahıska Türkü, birkaç saat içinde ocağından sökülerek yük ve hayvan vagonlarında Sibirya, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'a sürüldük. Soğuktan ve açlıktan yollarda binlerce insanımız öldü. Askere gidenlerin yarısı savaşta öldü. Herkese bu ülkenin, bu bayrağın kıymetini bilmelerini istiyorum. Hainlik yapan bölücüleri gördükçe çok üzülüyorum. Yaşadıklarımızın binde birini yaşasalar bu ülkeye dört elle sarılırlar" . Türkiye'de de Türk milletinin Türk hükümetinin, Türk bayrağının kadrini kıymetini bilmeyenler vardır, görüyorum bunu. Ne mutlu Türküm diyene rahmet...."    "BİR GÜN OLUR" Biz bu zulmatlar içinden çıkarız bir gün olur. Şarka garba yıldırımlar saçarız bir gün olur. Karabulutlar içinden parlayıp şimşek atar, Gök gürülder dolu yağar bakarız bir gün olur. Kars, Batum, Kafkas elinden çevrilen hisarları, Vuruban Milli külükle yıkarız bir gün olur. Türkiye nin güneşinden bir kıvılcım alırız, Bir ceht ile cihanı yıkarız bir gün olur. Anadolu dan Hint Çin e geçeriz Timur gibi, Himalaya dağlarını geçeriz bir gün olur. Dağıstan, Kırım, Kazgan, İran-u Turan Kaskar’ı İzdihadın zinciriyle sıkarız bir gün olur. Türk doğarız, Türk yaşarız,Türk gezeriz her zaman, Devrik Moskof elinden çıkarız bir gün olur. Der Zülali Dicle,Fırat,Ceyhun,Araslar gibi Cuş eder deryalara hep akarız bir gün olur. Aşık Zülali   Referans: Fotoğraflar: Şevket Kaan Gündoğdu' nun kadrajından...         Bugün derse girerken aldığım muhteşem 3 eser .. Kafkas Dağlarının Eteklerinde “Cennetin Saklı Bahçesi“ Memleketimin gözü fotoğraf sanatçısı / tarih ve kültür araştırmacısı Şevket Kaan Gündoğdu' nun hazırlayıp imzalı olarak gönderdiği eserler bizi ziyadesiyle mutlu etti .. Emeği geçenleri tebrik ederim, çok güzel bir içerik ile hazırlanmış. Teşekkürler Kaan...   https://twitter.com/kaangndodu2 http://ahiskalilar.org/ahiska/ Posof'ta mutlaka görmeniz gereken 40 yer  https://bit.ly/3j0a3TM 

Hıdırellez Türk Dünyasına Huzur, Bolluk ,sağlık ve Bereket Getirsin ... Hıdrellez Bayramınız Kutlu Olsun.

Bugün Hıdrellez !... Bugün, doğa sevgisinin, bereketin ve umudun günü "Hıdırellez".  Hıdırellez'in. Türk Dünyasına huzur, bolluk ,sağlık ve bereket getirsin... Hıdrellez Bayramınız Kutlu olsun. Türk dünyasında; asırlarca kutlanan, resmi olmayan önemli bir bayram; Hıdırellez baharın ,canlılığın, bereketin, güzeliklerin, iyliklerin , Doğrulukların, hakkın, adaletin simgesi. Kadim değerlerin kod adı!... Resetlenmiş bir dünyanın tekrar formatlanması!... Hıdır’ın geçtiği yerleri yeşillendirdiği rivayet olunur, zaten adı da yeşil demek. Hıdır kelimesi köken olarak bu kıssaya binaen Arapçadaki yeşilden (Ahdaru-أخضر) geldiğini yazıyor kitaplar!.... Arapçadaki dâd (ض) harfi, z sesine çarptırılan bir d şeklinde telaffuz edildiğinden, bu harfi içeren kelimeler Arapçadan Türkçeye geçerken “hıdmet-hizmet” örneğinde olduğu gibi “d” sesini kaybedip, sadece z ile telaffuz edilir. Yani Hıdır olur Hızır!... Böyle yazıyor kitaplar!... böyle söylüyor konunun uzmanları !... Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan Hıdırellez günü, Hızır ve İlyas’ın Yer yüzünde buluştukları gün olduğu sayılarak kutlanmakta. Yıl boyunca Hızır karada, İlyas denizde dara düşenlerin imdadına yetiştiği. Ne vakit ki 5 Mayıs gecesine gelinir, Hızır’la İlyas bir gül fidanının gölgesinde buluşur, bir yıl boyunca yaptıklarını birbirlerine anlatırlar. 6 Mayıs, bu anlamda yeni bir yıl demek. Hızır geçtiği yerleri yeşillendirirken, İlyas denizlerde rüzgârları uyandırır. Bu yüzden Hıdırellez günü her yer, hem yemyeşil, hem de rüzgârlıdır… Dara düşenlerin gül fi danı dibinde dileklerini şekle büründürmeleri, İnsanın en zor anında sen kimsin, nesin, necisin demeden yardımına koşup sonra da sessiz sedasız kayboluveren bir âdemi kim, neden sevmesin ki? Bu anlamda Hıdırellez, iyiliğin sınırları kaldırıp hem içimizi hem de çevremizi yeşillendirdiğine de bir kanıtı. Umutlarını gül fidanının kuytusunda işleyerek gülün dallarına bağlamaları bu yüzdendir. Hızır geçerse görsün, halimi bilsin de darlığıma yetişip genişletsin diye. 5 Mayıs buluşma ve hasbihâl günü. Hıdrellez, cümle âlem için bir “dilek” günü. Hıdrellez’in de kendine göre bir töresi var, bir protokolü var, bir prosedürü ve ritüelleri var!... Hıdrellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere feyiz ve bereket vereceği inancıyla çeşitli uygulamalar yapılageldi yıllarca!... Yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakılması, Ev, bağ-bahçe, araba isteyen kimselerin, Hıdrellez gecesi gül ağacının altına istediklerinin küçük bir modelini yapmaları ve Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine inançları. Aynı zamanda dileklerini kırmızı kurdaleye bağlayıp gül ağacına asmaları. Bir yıl boyunca dileklerinin yerine gelmesini beklemeleri. Bazı kimselerin de ateş yakıp, dilek dilemeleri. Ondan sonra yaktıkları ateşin üstünden atlamaları. Eline yığınla aldığı çiçek buketlerinin yapraklarını, tek tek yollara serpiştirdikten sonra, su kıyısındaki ağaçların da çevresine çiçek yapraklarından bir çember çevirmeleri; ağaçların çiçek yapraklarıyla çemberlenmesi bittiğinde, yapraklardan birkaç tutam da; sulara doğru, ne dilediğini söyleye söyleye savurmaları. Akşamdan küplerin içine dilek salınması, taze soğanın yaprağı ikiye ayrılması, birine sefa diğerine cefa denmesi, sabahına heyecanla bakılması: Sefa mı uzadı, cefa mı diye… O gecenin sabahına sabah ezanında kalkılması. O sabahın çiği çok önemli olması. Bu yüzden bu çiğin en çok olduğu yerlere, Kaya’ya ya da çayırlara çıkılması. Her türlü şifaya kaynak olduğuna inanılan çiğ ile şifalanmak için genç yaşlı, erkek kadın çayırlıklarda bu çiğin peşine düşmeleri!... Hıdırellez günü, bazıları sabah gün doğarken kırlara, bağlara, bahçelere çıkıp buralarda Hızır’ın ayak izlerine basarak bolluğa ulaşmayı düşlemeleri. Hıdırellez günü, erkenden kalkılıp kapıların açılması. Genç kızlar için hazırlanan sandıklar açılması!... Ceyiz Sandıklar açılır ki eve bereket dolsun, genç kızımız da iyi bir evlilik yapsın. Hıdırellez günü, doğa ve insan sevgisi çok önemli çünkü Hızır ve İlyas, insanları, doğayı, iyiliği ve cömertliği seven, bereketin simgesi olan, kutsallıklarına inanılan dinsel varlıklar. Paylaşımı ve İyi Dilek Temennilerini Hıdırellez’de duydum Bu akşam 5 Mayıs akşamı başlayan Hıdırellez anma, kutlama ve dilet tutma günü. Geleneği çocukluğumda köy yerinde yaşadık. Köy yerinde gece gençlerin buluşarak hoş kostümleri içinde maskeledikleri nur yüzleri ile kapıları çaldıkları gecede annemin gelen gençleri selamlayarak torbalarına yiyecek ve hediye koyduğunu hatırlıyorum. Ancak Hıdırellez anlamını ve önemini çok sonraları öğrendim. Gençler sonra toplanan yiyecekleri yanan ateş etrafında sabaha kadar yer-içer sohbet ederlerdi. Tarım ve hayvancılık ile uğraşan inşaların tek eğlenceleri ve sosyal ilişkileri bu tür bayramlar ve etkinlikler oluğu için hemen herkesin önemsediği ve katıldığı etkinliklerdi. Sabah herkes Hıdırellez kostümü giyeni ve akşamın güzelliğini ve eğlencesini konuşurdu. Sonradan öğrendiğim o paylaşımı ve insan ilişkilerini anne-baba ve komşularımdan hep gördüm. Pazarlıksız ve ön yargısız ilişkileri ve paylaşımı tattım. Darda olan yarım elinin uzatıldığı, imece ile hasat harmanın kaldırıldığı günleri gördüm. Hepsinden önemlisi sevgi karşılıksızdı. Bugün insanlığın geldiği adaletsiz, paylaşımsız ve empatiden yoksun gelir dağılımı bozukluğu, insan ilişkilerindeki kopukluk ve sevgisiz ilişkiler geçmişi çok daha artır ve özletir oldu. Hıdırellez duasına bir kez daha bakınca evet geleneğin önemsediği iyilik dilemek, paylaşımı önemsemek ne kadar önemli. Çevre, ekonomi ve sosyal yönde dengesi bozulmuş, kirlenmiş  ve birbirinden kopuk dünyanın işleyişi artık sorun haline gelmiş gözüküyor. Dakikada milyon dolarlar kazanan az sayıda insanın gelirlerinin dünyanın toplam gelirinin yarısına sahip olması yanında dünya ve atmosfer en çok bu inşaların yaşadığı ülkelerin kirletmesi, inşaların çöplüklerde gıda aradığı dünya artık zor bir dünya.  İnsan ve doğadan yana olmak veya olmamak yaşama bakış penceremizi  belirliyor Mesele dönüp dolaşıp insanın diğer bir insanla birlikte nasıl yaşamak istediğine bakıyor. Tercihin doğanın yasalarından yana kuranların çoğunluğu doğaya bakarak paylaşımı önemsiyor. Tercihini “ben merkezi” eksenine oturtanlar bugün geldiğimiz yaşanılamaz dünyayı yaratanlar olarak gözleri doymuyor. Keşke gözü doymaz, halden anlamaz, empati bilmez, insanı insan göremezler Hıdrellez duasını bir kez okusa fena olmaz. Hıdırellez Duamız ve Dileğimiz Bugün ve bundan sonra her kim varsa sevdiğim, sevebileceğim hep sevdikleriyle olsun. Kimin neyi eksik hep bir yetişeni, getireni olsun. Her neyimiz varsa bir olsun, bölüşecek birileri olsun! Bu zor zamanlarda hepimizin sağlığı iyi, yüzü güleç olsun. Evinizden neşe, işimizden bereket, kalbimizden aşk eksik olmasın! Birbirimize saygımız, hürmetimiz olsun… Muhabbetimiz sevgiden, gönül dilinden olsun. Bir elin verdiğini öbürü bilmesin, yaptığımız iyilik göstermelik olmasın! Soframızdan bolluk eksik olmasın, kahkahamız içten olsun. Karnımız da gözümüzde tok olsun. Elimiz dar’ a düşmesin, düşerse de kapımız çalınır olsun! Bu Hıdırellez her kim iyilik, güzellik diler hepsi gerçek olsun… Bu bahar hepimize kutlu olsun! Dilekler kabul olsun, Yürekleri "Berkehan" ve "Bilgehan Deniz" Kadar temiz olan tüm insanların!.. Günleriniz hep aydınlık olsun!.. Yüreklerindeki sevgi daim olsun!.. OE -05.05.2023 ----------------------------------------------- (*)Kafkas Dağlarının ( 2540 rakımlı Ulgar dağı ) etekleri, cennet memleketimin  bakmaya doyamadığınız rengarenk çiçekleri!...  

“Profesör, Hiç Kimse Sizi Okumuyor....“

İlk söz :"Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli. Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde." Akademik hayatın hızla kötüye gidişini ispatlar nitelikte yerel ve küresel çerçevede çok şey sayabilirim. Bilimin kapitalist bir endüstrinin çöp sepetine dönüşmesi ve akademinin avam/alt politikanın oyun oynadığı bir kum havuzu haline gelmesi tam bir felaket. Lakin hiç değişmeyen kötülerden birisi de “bilimsel olacağım kaygısıyla” hiç kimsenin anlayamayacağı bir dille yazılan yazılar. Bence yazanın kendisi de ne dediğini anlamıyor ve birtakım yarı Türkçe kelimeler, sonuna -olojik- ilavesi yapılmış kavramlar, mecburen ilave edilen teorik perspektif adına “o onu dedi, bu bunu dedi” klişeleriyle bilimselcilik oynuyor. Ve tabi bolca index formatları da buna katılıyor. Bilimsel dergilerde yayınlanan yazıların ortalama okuyucusu ise 7 kişi. Özellikle akademi dünyasına yeni giren gençlere kendi anlamadığınız dilde yazı yazmayın ve yazılanı tekrarlamayın demek istiyorum. Bir konuyu gerçekten bilen insan, karşı tarafın anlayacağı şekilde ifade etmeyi, bildirmeyi de bilir. Bilmeyen insansa olabildiğince karmaşıklaştırır ki, olayı anlamadığı anlaşılmasın; anlaşılmazlık dolayısıyla önem kazansın. Bu ara doçentlik jürilerinden ve makale hakemliklerinden bunalan yorgun bir akademisyenin bunaltısı olarak da okuyabilirsiniz bu yazdıklarımı. Üniversiteleri salt Yükseköğretim derecelendirme kuruluşlarının parametreleriyle tartışmak abes. Samimiyetle çözüm üretilecekse, Patent ve patentlerin ürüne dönüşümü konusunda yüzde kaçlık başarı elde ettiğini tartışmak kaçınılmaz.  Renkli Spot Işıkları ile Üniversiteleri aydınlatmakla   muşgul olanların köklü bilim çınarlarını dikmek için, düşüncelerin birbiriyle buluşabilmesi,  güven, adillik, şeffaflık, hesap verebilirlik ,sorumluluk ve öngörülebilirlik gerek "Bir kavram ne zaman tehlikeli olur? İçeriği bulanık olduğu halde, herkes bu kavramı bildiğini sanınca." Sözcük ve kavramların içini boşaltan, altını oyanlara itibar etmeyiniz. Onlarsız da yaparız ama kavram ve sözcüklerden bağımsız varolamayız.  Ünlü bir düşünürün  : .: “Bir ağacın yapraklarında eğer sararma varsa, bu sararmayı itekleyen ya da destekleyen bir kök sistemi var demektir."   diye bir  özdeyişi ( mottosu) var. Bazı bilim insanlarının bilime katkıları herkesçe konuşulurken bazılarının eserleri kimsenin bilmediği/okumadığı birer çıktı olarak tarihin derinliklerinde kayboluyor. Bu bağlamda soru şu: Birikimli üstünlük nasıl sağlanır ve  "Bilimin Seçkinleri" katagorisine nasıl girilir?  Boğaziçi Üniversiteliler Derneği 14. Genel Kurulunda ki açılış konuşmasından. satır başları birlikte okuyalım:: “Bilimin Olmadığı Yerde Sadece Cehalet Değil, Vahşet de Kök Salmaya Başlar”   Cumhurbaşkanımızın bu konuşmanın ana teması ,bir yandan çağdaş bilimin ve akılcılığın ülkemizde gelişmesine, diğer yandan sosyal, politik ve ekonomik disiplinler arasılık ve Ulusal irade Sesleniş Yetenekleriyle gerçekleştirme koşullarının yaratılmasına ne kadar öncülük ettiğinizi sorgulayan, Ülke ekonomisinin  büyümesine / üretimine ne derece katkı sağlayıp /sağlayamadığınızı”  “vatan ve ülkü” kavramına gönderme yaparak doğru bir paradigmayla sorgulamakta.. Yoksa  Yükseköğretim derecelendirme kuruluşları tarafından sıralamada kaçıncı olduğunuzu değil Patent ve patentlerin ürüne dönüşümü konusunda yüzde kaçlık başarı elde ettiğiniz,ne kadarını katma değere dönüştürdüğünüze  bakmak lazım... Yoksa gerisi Laf’ı güzaf...   “Üniversite bu anlamda ve üniversitenin kökeni itibariyle geçmiş bütün eğitim kurumları insanlığın en ulvi müesseseleri. Bu ulvi özelliklerini koruyup insan doğasına, insan onuruna, insanın ihtiyaç hissettiği erdeme hitap ettiğinde ve onu tekrar ürettiğinde aslında onun üretildiği toplumlara büyük bir onur kazandırmış. Bunun olmadığı toplumlarda ise maalesef araçsallaşmış ve önemini kaybetmiş. Bizim gönlümüz, zihnimiz, yüreğimiz bahsettiğim dördüncü harmanlanmada, yani küreselleşmenin getirdiği zihni ve bilgi harmanlanmasında Türk üniversitelerinin insanlığın önüne geçmesi ve tarihin öznesi, bilgi tarihinin öznesi olması. Sadece bilgi aktaran, yorumlayan değil bilgiyi üreten kurumlar haline dönüşmesi. Yeni Türkiye kavramını bugünlerde siyasi olarak çok kullanırken, aslında böylesi yeni Türkiye’nin inşasının da temeli yeni bir bilgi paradigmasının inşası ve yeni bir üniversite geleneğinin bütün o engin tecrübe üzerinde inşa edilmesi. Bilimi yol gösterici olarak, rehber olarak seçmeyen ülkelerin ileriye gidebilmesi mümkün değil. Onun içindir ki Büyük Önder, "Benim mirasıma girmek isteyenler var sa, ancak aklı rehber alanlardır. Aklı rehber alanlar benim mirasıma girebilir." diyor... Bu nedenledir ki Türk halkı,bu cumhuriyetin genetik kodlarını oluşturan Büyük Önderin gösterdiği bu yol haritasını iyi yol haritası olarak seçmiş. Bu yolda ,sendelemeden,sekteye uğramadan yoluna devam edecek. Ve ona minettar. Şükran borçlu.. Ve onu minnetle ve şükranla her zaman anar. Bu nedenle;”Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli. Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde.    “Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında” ; Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik çabalar… Bu ülkü ile “Türk Ulusu' nu çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçirme, bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme, dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde etme çabaları… Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere önderlik etme isteği…. Bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme çabası… Bu çabaların elli yıllık panoroması… Sonra ... Sonrası malum!… Tarihteki örnekleri ile defalarca görülebileceği gibi Bilim'de ihmalin maliyeti çok çok büyük; bugün ise çok daha büyük, telafisi yok...(-). "Uluslararası Münazara Turnuvası ödül" töreninde ki açılış konuşmadan altını çizdiğimiz, biat kültürü ile ilgili olarak önemli başlıklar. Birlikte okuyalım:  “Bize sorgusuz, sualsiz biat eden, cahil bir gençlik değil; neye inandığını, neyi savunduğunu, neyin mücadelesini verdiğini bilen, bunun için gereken her türlü donanıma sahip bir gençlik lazımdır. 15 Temmuz gecesi gördük ki işte bu vasıflara sahip gençlik, gerektiğinde ülkesi ve milleti için, istiklali ve istikbali için gözünü kırpmadan canını dahi ortaya koyabilmektedir”      Asit K. Biswas ve Julian Kirchherr tarafından "Prof, no one is reading you" başlığıyla 11.04.2015'te  The Straits Times'da İngilizce yayımlanan bu yazı https://goo.gl/5yGxvX Dünyanın en yetenekli düşünürlerinin pek çoğu, üniversite hocaları olabilir. Fakat maalesef ki bu hocaların çok büyük bir kısmı, günümüzdeki kamuoyu tartışmalarını ya da etkili politikaları şekillendirmiyorlar.    Gerçekten de bilim adamları, görüşlerini popüler medyada yayınlamaya pek sıcak bakmıyor. "Düşüncelerimi kamuoyuyla paylaşmak için görüş yazmakla mı uğraşacağım? Bu bana aktivitizm gibi geliyor." Bu sözler, Oxford Üniversitesi'nin evsahipliğinde düzenlenen konferansa katılan bir profesöre ait.    Kamuoyu tartışmalarını ve politikaları şekillendirmede üniversite hocalarının bulunmayışı, son yıllarda - ve bilhassa da sosyal bilimlerde- hayli artmış durumda. Ünlü "American Political Science Review"'de 1930'larda ve 1940'larda yayımlanan makalelerin yüzde 20'si, politika önerilerine odaklanmaktaydı. Son yapılan sayımda ise bu oran, yüzde 0,3 gibi son derece düşük bir rakama gerilemiş durumda.  Asit K. Biswas Bilim adamlarının kendi aralarında yaptıkları tartışmalar bile düzgün işliyor gibi görünmüyor. Hakem incelemesinden geçmiş makalelerin sayısı, yıllık olarak 1,5 milyon'a kadar ulaşmakta. Fakat, bu makalelerin pek çoğu bilim camiasının kendi içinde dahi önemsenmiyor -beşeri bilimler alanında yayımlanan makalelerin yüzde 82'sine bir kez bile atıfta bulunulmamış. Sosyal bilimlerdeki hakem incelemesinden geçmiş makalelerin yüzde 32'sine ve doğa bilimlerindekilerin ise % 27'sine hiç kimse atıfta bulunmuyor.  Bilimsel bir makaleye atıfta bulunulması, onun sahiden de okunduğu anlamına gelmez. Bir tahmine göre bilimsel makalelerin sadece yüzde % 20'si gerçekten okunmakta. Bizim tahminiz ise şu ki, hakemli bir dergide yayımlanan ortalama bir makaleyi, başından sonuna kadar okuyan kişi sayısı 10'u geçmiyor https://bit.ly/2JwtLXY . Bu yüzden, hakemli yayınların çoğunun etkisi -bilim camiasının kendi içinde bile- yok denecek kadar az.  Pek çok bilim adamı, kendi alanlarındaki bilgi birikimine katkı yapmayı ve uygulayıcıların karar alma süreçlerine etkide bulunmayı ister.   Ancak uygulayıcılar, hakemli dergilerde yayımlanan makaleleri nadiren okurlar.  Nature, Science ya da Lancet gibi ünlü dergilerde yayımlanan hakem incelemesinden geçmiş bilimsel makaleleri düzenli olarak okuyan deneyimli bir siyasetçi ya da iş adamı olduğunu biz duymadık.  Aslında bu hiç de şaşırtıcı değil.  Julian Kirchherr Akademi dışında kalanların, dergilerin çoğuna ulaşması hayli zor ve bu dergiler fahiş derecede pahalı. Günümüzdeki açık-erişim hareketi daha fazla başarılı olsa bile, makalelerin hayli hacimli ve uzun oluşu ve kullanılan anlaşılmaz jargon, uygulayıcıların (gazeteciler dahil) bunları okumasına ve anlamasına yine de engel olurdu.   Kısa ve öz olmak önemlidir. Artık pek çok hükümet lideri, popüler medyada kendileri ve politikaları hakkında yazılanlara ilişkin iki sayfalık özet hazırlanmasını mutat hale getirdiler. Hindistan'da, eski başbakan İndira Gandhi de yapıyordu bunu. Kanada'daki bakanların bir çoğu benzer özetler konusunda ısrarcılar. Hatta Ortadoğu'daki hükümetler bile yeni sosyal medyada yürütülen tartışmaların özetlerini talep etmekteler. Dünya üzerindeki herhangi bir ülkedeki herhangi bir bakanın,  kendi ilgi alanındaki bilimsel yayınların düzenli olarak özetlenmesini istediğini duymadık. Eğer akademisyenler karar alıcılara ve uygulayıcılara etkide bulunmak istiyorlarsa,  (bilimadamlarının erişimine yardım etmek için medya firmaları tarafından bir çok yenilikçi iş modeli geştirilmiş olmasına rağmen) şimdiye kadar gözardı ettikleri popüler medyayı dikkate almalılar.  Etkin modellerden biri, dünyanın önde gelen kanaat  liderlerinin görüşlerini 154 ülkeden 300 milyon okuru kapsayan 500'den fazla gazeteye dağıtan  Project Syndicate (PS)'dir. Kâr amacı gütmeyen PS tarafından kabul edilen herhangi bir yorum/görüş, sayısı 12'ye kadar varan farklı dillere tercüme edilebilir ve akabinde de dünya çapındaki dağıtım ağının tamamına gönderilir.  Bilim adamları, popüler medyada yayın yapmanın önemini kabul etseler bile sistem, onların aleyhine işlemekte. Doçentliği (tenure) alabilmek için, bilim adamlarının etkili dergilerde mümkün olduğunca fazla sayıda hakemli makale yayımlaması gerekiyor. (Prestijli) Hakemli dergilerde yapılan yayınlar,   akademideki kilit performans göstergesi olmayı sürdürüyor. Bunların birileri tarafından okunup okunmadığı ise bütünüyle tâli bir mesele.  Örneğin, su alanındaki en etkili dergilerden birini ele alalım; 1,3 milyar nüfusa sahip olan Hindistan'da bu derginin sadece dört abonesi var. Üç yıl öncesine kadar ne su bakanı, ne de onun üç kademe altında bulunanlar bu derginin adını duymuştu. Bu tip bir dergide yapacağı yayın bir profesöre prestij sağlıyor fakat, bu yayının Hindistan gibi suyun son derece hayati bir mesele olduğu bir ülkedeki karar alıcılar üzerindeki etkisi sıfır.     Belki de artık bilim adamlarının performansını yeniden değerlendirmenin zamanı gelmiştir. Doçentliği (tenure) kazanmak ve akademik yükselme için bilim adamlarının politika oluşturmaya dönük katkıları ve kamuoyundaki tartışmalara yönelik etkileri de değerlendirilmelidir.    Basit ve kolayca anlaşılabilir nitelikteki bu yayınlar genellikle, gerçek dünya sorunlarını çözmeye yönelik araştırma sonuçlarının potansiyel uygulamasının ve pratikteki geçerliliğinin vitrinidirler.  Kabul etmek gerekir ki etkide bulunmanın herhangi bir garantisi yoktur. Zaten karar alıcıların çoğunun kafasında, seçtikleri politik tercih konusunda makûl bir fikir mevcuttur.   Bir politikanın, öncelikle bundan etkilenen kitleyi tatmin etmesi gerekir. Karar alıcıların çok azı, en optimal ekonomik, sosyal, çevresel, teknik ve politik çözümü bulmaya çalışır.  Bilimsel kanıtlar bulmaya çalışanlar ise popüler medyada bilimadamlarınca yapılan yayınlardan daha fazla yararlanacaktır. Bu durum yavaş yavaş akademi içinde de farkedilmekte. Örneğin, Singapur Ulusal Üniversitesi (National University of Singapore) kendi öğretim üyelerini, görüş/yorum yazılarını (op-eds) kendi profil sayfalarında yayınlamaları konusunda teşvik etmekte. Bununla birlikte, asıl vurgu halen sözde yüksek etkili dergilerde yapılan yayınlara yapılmakta.  Evet değişim oluyor, ancak kaplumbağa hızıyla.  Sağlıcakla kalın... Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" kadar temiz tüm insanların,  günleri hep aydınlık olsun! Yüreklerindeki sevgi daim olsun ---------------------------------------------------------   Asit K. Biswas ve Julian Kirchherr tarafından "Prof, no one is reading you" başlığıyla 11.04.2015'te The Straits Times'da İngilizce yayımlanan bu yazı, Cem Yarar tarafından T24 için Türkçe'ye çevrildi.  Asit Biswas: Çevre ve su poltikaları konusunda önde gelen uzmanlardan biri ve Singapur Ulusal Üniversitesi Lee Kuan Yew Kamu Yönetimi Okulu'nda misafir öğretim üyesi.  Julian Kirchherr:  Oxford Üniversitesi, Çevre ve Coğrafya Okulu'nda doktora araştırmacısı. Kendisi daha önce  McKinsey & Co'da Avrupa, Asya ve Ortadoğu'daki hükümetlere danışmanlık yapmaktaydı.  https://goo.gl/5yGxvX https://bit.ly/3JswrET https://bit.ly/2L0UCZ3    

Özgün Suçlarını Yayıp Paylaşmak İçin Ortak Arayanlar

İlk söz: Özgün Suçlarını Yayıp Paylaşmak İçin Ortak Arayanlara cevap: "Yüce Türk Milleti'nin tarihinde başımızı öne düşürecek, utanılacak, saklanacak hiçbir şey yoktur." Ya onların: i-1995 Srebrenista’da 8 bin 400 müslüman,https://bit.ly/3iV4EwK ii-1946 ve 1947 3 bin 100 Endonezyalı, iii- 1740'da Jakarta'da 10 binden fazla Çinli katletmiş Hollanda: "17 milyon insanı katletmiş Almanlar, 15 milyon kişiyi kesen Ruslar,  1 milyon Cezayirli Şehit eden Fransızlar ve Dünyada'ki 192 Ülkeden İngilizlerin bir biçimde ayak basmadığı ülke sayısı hepi topu 22 ve biz bunlardan biri değiliz. Bu notumuz şimdilik burada kalsın.... Kendi sömürgeci geçmişini ve kültürünü hazmetmekten yoksun olanlar,  Türkiye soykırım yaptı diyor." "Ermeni soykırımı" iddialarını resmen tanıyan ülkeler; Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Kıbrıs Rum Yönetimi, Çekya, Ermenistan, Fransa, Yunanistan, İtalya, Libya, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Hollanda, Paraguay, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Suriye, Vatikan, Venezuela, Uruguay. "Ermeni soykırımı" iddiaları ile verilmek istenen mesaj, oluşturulmak istenen algı sadece buzdağının görünen yüzü. Perde gerisinde ise çok daha sistematik ve planlı bir proje…[Orta Doğu’nun “Süt ve Bal Akan Topraklarını (Kenan) Ele Geçirme Projesi ..." ] Küresel Oyun Kurucuların Dünya Halklarını Formatlama (Afazi Hale Getirme) !...   Algı Operasyonu / Psikolojik Manipülasyon   25.04.2015 15:19:41 A+ A-     Türkiye en üst düzeyde ilgili arşivleri açma tahhüdünde bulunmasına ve Genelkurmay ATASE arşivlerini açmasına rağmen küresel oyun kurucularının   ruhani lideri "20'nci Yüzyılın ilk soykırımı Ermenilere yapıldı" bu kurgu ile   kin ve nefret tohumları ekerek, yeni felaketlere  yol açmasına çanak tutan ve domino etkisi yaratacak olan çok tehlikeli  bir oyunun  parçası   olmakta bir beis görmüyor.. Bu bir böl, parçala yut oyunu.“   1915 ‘de Türklere yapılan zulümler ve katliamların müsebbibi kim? Balkanlarda, kafkasyada,Hocalı'da,Karabağ'da, Doğu Türkistan'da Türklere yapılan katliamların müsebbibi kim ?... Türkiye'yi karıştırmak için nakış nakış dokunan tarihsel bir süreç .... Her şey göründüğünden daha karmaşık ve planlı... Göründüğünden çok tehlikeli  . "Tarih tekerrürden ibarettir" demişler de, büyük şair Mehmet Akif' de "Tarihten ders alınsaydı, tekerrür eder miydi hiç?" deyip işin aslını ortaya koymuş.... Hukuki sonuçları yanında, kültürel olarak da bir milletin hem mazisini hem de geleceğini bağlayan Soykırımların ağır suçluluğunu taşıyan, Küresel oyun kurucular özgün suçlarını yayıp paylaşacak tarihi ortaklar arıyorlar... Küresel oyun kurucu kimdir ve nasıl oyun kurucudur? diyenlere yanıt… İngiliz/ABD/Fransız/Alman. ve diğerleri.… (Son Hakikat" dedikleri dünya görüşlerini  gezegenin bütününe tebliğ etmekle yükümlüd olan "Yüce Pir" başta olmak üzere ; vasıl, salik, mürid ve talipler den oluşuyor.). Bu oyun kurucular geçmişte Türklere Karşı oynadıkları oyunlardan bazıları nelerdir derseniz... Bunlar saymakla bitmez...Anlatmakla bitmez... Kitaplarda yazanların bazılarını özetliyelim ve birlikte okuyalım:  ·        ♦Yahudiler ve diğer Avrupa güçleriyle birlikte Osmanlı’nın durdurulmasında aktif rol üstlenmeleri ·       ♦ 200 yıllık küresel güç olmanın(hegemonyalarının)temellinde ”Şark Meselesi ”olarak adlandırılan uzun vadeli stratejileri … Bu stratejinin iki kritik noktası: -  Osmanlı’nın Avrupa’dan uzaklaştırılması - Müslüman toplumun islâm’ dan uzaklaştırılması… ·       ♦Küresel sisteme itaraz etmiyecek,dini,bireysel inanç meselesine             indirgeyen,mutasyona uğratılmış hormonlu kitleler oluşturmak…             İslamın protestanlaştırılması,              sekülerleştirilmesi,               içinin boşaltılması… ·        ♦İslam dünyasını tam ortadan ikiye ayırmak…            Yapay sunni-şii çatışması …             ve lokal çatışmaların,  etnik kimlikleri              ön plana çıkartarak,Müslüman toplumların,             siyasi,sosyal,kültürel ve ekonomik kaosun eşiğine sürüklemek…             Ortadoğu'da alevlenen mezhep kavgası..             Ermeni meselesi de bu büyük  oyunun bir parçası… Kapitalizm İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni bir küreselleşme aşamasından geçmekte. Amerikan ekonomisinin hegemonik gücü altındaki bu yeni küreselleşme bir yandan teknolojide yepyeni atılımlar gerçekleştirirken diğer yandan da ülkelerin siyasi, kültürel ve sosyal ilişkilerinde yepyeni dönüşümler gerçekleştirmekte“İdeolojilerin Sonu”, “Medeniyetler Çatışması” “alt kimlik - üst kimlik” gibi kavramlar, iktisat dünyasının teknik terimlerinin yanında yer almaya başlaması.  20. yüzyılın son küreselleşme dalgası ile birlikte rekabetin şiddetlenmesi çokuluslu şirketleri artık daha ucuza işçi çalıştırabileceği yeni üretim merkezleri aramaya itmiş olması belki de en kritik nokta. Böylece  Dünyanın fabrikaları giderek dünyanın ucuz emek cennetlerine, Çin’e, Hindistan’a ve Latin Amerika ülkelerine kayması…. Bu süreçte 19. yüzyılın İngiltere odaklı kapitalizminin ayırt edici unsuru olan sanayi işçisi, yerini artık taşeronlaştırılmış, marjinalleşmiş ve çoğunlukla da çocuk işçiliğine dayalı “enformel/ esnek” üretim biçimlerine bırakması. Böylece Batılı sanayileşmiş ülkelerde işsizlik giderek daha büyük bir toplumsal sorun haline dönüşmüş, azgelişmiş ülkelerde asgari geçimlik düzeyinde çalıştırılan ve her an işini kaybetme korkusu yaşayan milyonlarca yeni iş merkezleri yaratılması… Bu dönemeçte artık yeni söylevler geliştirmek gerekti… Amaç her anlamda Dünya tarihini,insanlık tarihini kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etme,kendi yaptıkları insanlık suçlarını unutturma ve dünya halklarını afazileştirme…. kendi kanlı ellerini başkalarının üzerinde temizlemek için bu afazilleştirme stratejisi uyguluyor….. Küresel oyun kurucullar bilgiyi, düşünceyi hatta inançları dogmalaştırarak beyinlerde egemenlik kurmak istiyor… Ekonomi alanında neoliberal olarak nitelendirilen politika emperyalizmin oluşturduğu dogma. Beyinler çizilen çerçeve içinde düşünüyor, önerileri, savları önsel, apriori olarak doğru kabul ederek olayları yorumluyor, beklentilere ona göre yön veriyor. Dogmatizm, dogmacılık kuşkuyu, eleştiriyi irdelemeyi ortadan kaldırıyor, bağnazlık, düşünce körlüğü yaratmak istiyor… "Amaca Ulaşmak İçin Her Yol Mübah"   olan Pragmatist / Makyavelist / Oportünist Düşünce Sistemini yaygınlaştırarak tüm Dünya Halklarını afazileştirmek kendi hegomanyası altına almak istiyor... Ve  başarıyor da.... Artık birileri mağdur rolü oynuyor… Ötekilerde cani  olarak ötekeleştiriyor....  İşin garibi bu tarihsel olayları da kendilerinin kurguladığını. Bu işin asıl sorumluları kendilerinin olduğunu hiç gündeme getirmeden… Osmanlı Balkanlarda can veriyor, kan veriyor, Osmanlı Sarıkamış’ta can veriyor. Osmanlı toprak kaybediyor ve bu sırada Osmanlı’nın sadık teba diye bağrına bastığı Ermeni vatandaşlar Ruslarla bir olup Türk’ü Osmanlıyı sırtından vuruyor. İşte Osmanlı, o zaman sen vatanın o yöresinde muzurluk ediyorsun, seni vatanın başka bir yöresine göç ettiriyorum. Tehcir bu demek ve açın Osmanlı arşivlerini açtığımız zaman her kafileye doktor verilsin, her hamile kadına süt verilsin döndükleri zaman borçları ertelenmiş olsun. Eğer Osmanlı bir soykırım yapmaya niyetlenseydi ne sütüyle, ne doktoruyla ne de borcuyla ilgilenmezdi. "Ruslara diyorlar ki ‘Türklere takviye gelmedi çekilmeyin’ Bu bile başlı başına bu ihanet ...   Van faciası Van yakılmış, yüzlerce binlerce insanımız gerçekten hunharca öldürülmüş. Sadece Van değil Erzurum, Erzincan her yerde maalesef o acıları okumak mümkün. Esas yok edilmeye çalışanlar öz yurtlarında Türkler....,. Ermenilerin ilk Başbakanı Kaçaznuni diyor ki; ‘ Biz ihanet ettik. Osmanlı tehcirde haklıydı. Çünkü biz ihanet ettik.Bir Ermeni devlet adamı ve tarihçisi olan Karinyan, Ermeni milliyetçiliğinin tarihini "emperyalizm ile işbirliği tarihi” diye özetliyor (A. B. Karinyan, Ermeni Milliyetçi Akımları, Kaynak Yayınları, çeviren: Arif Acaloğlu)..İşin garip tarafı Almanlarında bu oyunda yer alma istekleri. Savaş filmlerinde görürsünüz... Almanya’da Nazilerden kaçmaya çalışan Yahudiler çoğunlukla Alman halkının ihbarları ile ele geçirilir. Toplama kamplarına gönderilir. Alman halkının en az yarısı Yahudi avına katılmıştır. Savaş sürecinde 6 milyon Yahudi öldürülür. Ama savaş sonunda Nürnberg’de sadece 19 sanık cezaya çarptırılır (12 idam, 3 müebbet, dört 10 - 20 yıl hapis). Hesap görülmüştür. Defter kapatılır!. Yahudi avcısı Almanların pek çoğu hayattadır. Ancak kitaplarda, filmlerde, törenlerde Alman halkı suçlanmaz, “Nazi”ler suçlanır.Türk halkı ise tehciri desteklememiş, on binlerce Ermeni’yi tehcirden kurtarmış, saklamış, kaçırmıştır.Üstelik bugünkü neslin dünkü trajediyle hiç ilgisi yoktur. Ancak bugün hedefte olan ve suçu kabule zorlanan  "Türk halkı”dır.İkiyüzlülük nasıl da sırıtıyor. Tehcirin arkasında Enver ve Tâlât Paşaları da görüyoruz ama Enver’in arkasında duran Hans Humann ve Hans Freiherr von Wangenheim gibi Alman diplomatlar  var... Fritz Fischer adlı bir tarihçi Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasının baş sorumlusunun Almanya olduğunu yazmış... Burada ekonomik çıkarlar önemli ... O zamanlar Osmanlı topraklarında bunları organize eden politikacı ve askerlerin arkasında Deutsche Bank, Krupp, Erhardt ya da Bağdat Hattı’nda çalışan Holzmann gibi belli şirketler var. Hatta bir inşaat şirketi olan Holzmann o dönemde Ermeni ve Rumları zorla çalıştırıyor. Yani daha sonra İkinci Dünya Savaşı’ndaki uygulama önce orada deneniyor.... Belki tehciri örgütleyenler bu boyutta bir soykırım düşünmediler ama savaş koşullarıyla birlikte herşey kontrolden çıkıyor. O zaman da bu savaşı kimin çıkardığı sorusu ortaya çıkıyor. Çünkü savaş soykırımın başlamasını tetikleyen bir olay. Osmanlı’yı savaşa kim soktu, bu suçu kim işledi? O suç şimdilik pek tartışılmıyor. Fakat mesela Türkiye’deki darbeler silsilesinin açılışı olan Bab-ı Ali Baskını’nın örgütlenmesinde Alman Askeri Ataşesi Walter von Strempel’in belirleyici bir rolü, suç ortaklığı var. Zaten Ermeni Soykırımı’na karşı çıkan Osmanlı milletvekilleri İsviçre’de Ermeni siyasetçilerle buluştuğunda onları izleyen casuslar da Alman.Artık alt yapı hazır… “Yeni Dünya Düzeni Tarikatının" Kendi yaptıklarının, özgün suçlarını yayıp paylaşacak tarihlerine ortaklar arayorlar... Kendi Dünya Görüşlerini Gezegenin Bütününe Yayma Çabaları ... .Güneydoğu birilerine peşkeş çekmek için bir oyun… Türkler imparatorluk kültürü,kavimleri bir arada tutma yeteneği ve uygarlık birikiminleri ile emperyalizme hep karşı durmuşlardır.… Bundan neredeyse bir asır önce Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk,. Ermeni olaylarıyla ilgili açıklamaları.. Birlikte okuyalım...: Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Anlaşması’yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu. Mustafa Kemal Atatürk11.3.1922, TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşması)... Ve bakalım bundan tam 31 yıl önce bu konuda Uğur Mumcu neler yazmış..Birlikte okuyalım:  Gizli Belgelerle... Şu olaylara bakın: ABD Dış İlişkiler Komisyonu, Türkiye'ye yapılacak askeri yardımı Kıbrıs konusunda verilecek bir ödüne bağlıyor. Bu yapılırken, ABD Kongresi'nde 24 Nisan tarihinin "Soykırım Günü" olarak ilanı için önergeler veriliyor. Fransa'da ise soykırım savlarının ders kitaplarına konması için hazırlıklar yapılıyor. Aynı günlerde, Ermeni terör örgütleri eylemlerini sürdürüyor. Bütün bunlardan sonra ABD yönetimi uluslararası terörden söz edebiliyor. 24 Nisan tarihi soykırım günü olarak ilan edilecekmiş. Sanki ABD'nin Vietnam'daki, Fransa'da, Cezayir'deki insanlık suçlarını unutturdular. Sanki ABD yönetimi, Şili'de halkoyu ile seçilmiş Devlet Başkanı Allende'nin CIA darbesi ile devrilmesinin hiç anımsanmayacağını sanıyor. Sanki ABD'nin Grenada'ya, daha düne kadar yakın bir zamanda Fransa’nın Çad'a asker göndermelerinin hiç ama hiç akla gelmeyeceği düşünülüyor. Ermeni olayını, bugün için uluslararası terörün bir parçası olarak görüyor ve bunun için bütün devletleri ortak bir savaşa çağırıyoruz. Yok, eğer Ermeni sorununun dünü, önceki günü karıştırılırsa, Güya müteffikimiz Amerika bundan hiç hoşnut kalmaz. İsterseniz, bu konuda birkaç tarihsel belgenin satır başlarını aralayalım: İngiliz Kraliyet Matbaası tarafından basılan Birinci Dünya Savaşı ile ilgili gizli belgeler, Erol Ulubelen tarafından Türkçeye çevrilmiş, önce Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön dergisinde yayınlanmış, daha sonra kitap olarak basılmıştır. İkinci basımı Çağdaş Yayınları tarafından yapılan "İngiliz Belgeleriyle Türkiye" kitabında, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin Amerikalılarca nasıl desteklenip kışkırtıldıklarını gösteren belgelere yer verilmiştir. Okuyalım: Gizli Belge: Sayfa 735, belge 492. Amiral Webb'den Lord Curzon'a yazılan 19 Ağustos 1919 tarihli yazı: - Amerika, Trabzon ve Erzurum'u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek. Geri kalan dört ili de Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor... Gizli Belge: Sayfa No:60, Belge No: 46. 5 Nisan 1920 günü Mr. Lindsay'in Washington'dan Lord Curzon'a yazdığı yazı: - Amerikan Senatosu Ermenistan’ın mandası işini görüştü. Beş yılda 757 milyon dolar verecekler. İlk başlangıçta 50.000 kişilik bir ordu yollanacak, daha sonra 200.000 kişiye çıkacak. Amerika kuvvetlerinin basına General Zames G. Harbord getirilecek. Ayrıca bütün Türkiye'nin mandası için de görüşmeler yapılmaktadır... Gizli Belge: Sayfa No:71, Belge No: 63. 16 Mayıs 1920 günü Sir A. Geddes'in Lord Curzon'a yazdığı yazı: - Amerikan hükümeti, Ermenistan’ın Adana’da dâhil korunmasını istiyor. Silah, cephane, demiryolu ve her türlü malzemeyi buraya sevk edecekler. Boşaltım, Karadeniz limanlarında Amerikan bahriyesi tarafından ve Amerikan donanmasının himayesinde yapılacak. Türklerin yapacağı en ufak bir hareket Amerikalilar tarafından bastırılacaktır... Gizli Belge: Sayfa No: 300, Belge No: 38. 28 Şubat 1920 Londra Konferansı tutanaklarından bir parça: - Mustafa Kemal kendisini Erzurum Valisi ilan etmiş. Erzurum'da yeni kurulacak Ermeni devletinin katılacağı bir sırada bu çok anlamlı bir harekettir. Bu adam olmasaydı Ermenilerin bir şansı olacaktı... Gizli Belge: Sayfa No: 81, Belge No: 10, tarih 16 Şubat 1920. Londra Konferansı tutanaklarından bir başka parça: - Ermenistan'a 6 ilden başka Trabzon ve Adana da verilmelidir. Amerika Ermenistan'a yardım edecektir ve mandası altına almayı da kabul ediyor. Fransa ise Adana’yı kendisi için istiyor. Gizli Belge: Sayfa No: 99, Belge No: 12, Londra Konferansı tutanağından bir başka ilginç parça: - Lord Curzon, Erzincan’ın da Ermenistan'a verilmesini, Karadeniz'de bir Lazistan kurulup, Ermenilerin mandasına vermek istiyor... Bu belgeler, bugün ABD Kongresi'nde 24 Nisan tarihini "Soykırım Günü" ilan etmek isteyenlerin amaçlarını olduğu kadar, ABD'nin Lozan Barış Antlaşması’na niçin imza koymadığını da anlatmaya yetmektedir. Atatürk, Ermeni sorununun "dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre çözülmek istediğini" söylememiş miydi? ( Söylev ve Demeçler , C: I, S: 233). Olay, dün olduğu gibi bugün de böyledir. Biz bugün bunca saldırıdan sonra , bu gizli belgeleri , örneğin devletin televizyonunda tek tek halkımıza gösterebiliyor muyuz? Gösteremiyorsak, Ermeni sorununun çok uluslu yanını ve uluslararası terör ile ilgisini, diplomatik forumlarda nasıl anlatabiliyoruz? 24 Nisan tarihini soykırım günü ilan edip, Ermeni terör örgütlerine destek olan Amerikan Kongre üyeleri, 1920'lerde topraklarımız üzerinde Ermeni devleti kurmak isteyen Amerikalılar'ın torunlarıdır. Bizler de bunlara karşı Kuvay-i Milliyecilerin torunları olduğumuzu hatırlatmak zorundayız." Toplumları birbirine düşürerek, ellerindeki her şeyi alan küresel oyun kurucuların parlamentolarına göre mi etik oluşturacağız, vicdanlarımıza ve gerçeklere göre mi? "Türkiye Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar.” Saygılarımla. Sağlıcakla kalın! Günleriniz hep aydınlık olsun! Yüreğinizde sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve  Bilgehan Deniz" kadar temiz olanların! ---------------------------------------------------------------------- Refranslar:  Ovanes kaçaznun,Taşnak Partisinin Yapacağı Bir Şey Yok.(1923 Parti Konferansı'na Rapor) https://bit.ly/3u3xpNf Ek: ErmeniSoykırımı Yalanı İngiliz Gizli Örgütünce Nasıl Hazırlandı? Ermeni isyanı ve I. Dünya Savaşı: ibretlik bir ihanet hikayesi adlı bu eser İrlandalı bir tarihçi olan Pat Walsh tarafından yazılmış. Pat Walsh Osmanlı meclisinde vekil olan Pastırmacıyan'ın itiraflarını da esere ek olarak koymuş. Forgotten Aspects Of  Ireland’s Great War on Turkey  1919–1924 https://goo.gl/5RvyLT (Unutulan Yönleriyle İrlanda’nın Türkiye’ye Karşı Büyük Savaşı: 1914–1924)  Yazan: Dr. Pat Walsh  Yayınevi: ATHOL BOOKS, 540 sayfa, Belfast 2009  Yazar Dr. Pat Walsh, İrlanda ulusal mücadelesinin sosyalist aydınlarından birisi. Çalışmalarını İrlanda ulusal tarihi üzerine odaklamış ve İrlanda ulusal kimliğinin şekillenişi üzerine zengin araştırmaları mevcut. Bunlardan en önemli iki tanesi şu kitaplar:  (İrlanda Cumhuriyetçiliği ve Sosyalizm, Cumhuriyetçi Hareket’in Politikaları 1905-1994) -Irish Republicanism and Socialism, The Politics Of The Republican Movement 1905-1994  (Sivil Haklar Mücadelesi’nden Ulusal Savaşa, Kuzey İrlanda Katolik Politikları 1964-74) -From Civil Rights to To National War, Northern Ireland Catholic Politics 1964-74  ATHOL Yayınevi ise; İrlanda ve genel olarak Britanya’da ‘küçük fakat üst düzeyde etkili’olarak tabir edilen The British and Irish Communist Organisation (B&ICO) (Briton ve İrlandalı Kommunist Organizasyon) olarak bilinen Maoist kökenli organizasyonun yayınevi. Londra, Belfast, Cork ve Dublin merkezli olarak faaliyet gösteriyor. Grubun lideri 1935 doğumlu Brendan Clifford. 1965 yılına kadar “İrlanda Komünist Grup” olarak faaliyet gösteren grubun içinde yer alan Clifford, 1965 yılındaki büyük bölünmede, Maocu kanadın liderliğini üstlenerek gruptan ayrıldı. Troçkist kanat Gerry Lawless’ın liderliğinde Irish Workers Group adını aldı. ATHOL BOOKS yayınevi Belfast’ta bu yıllarda kuruldu. Yayınevi aynı zamanda aylık Irish Political Review ve haftalık The Irish Communist and Workers Weekly yayın organlarını çıkarıyor.  2009 yılında yayınlanan kitabın tanıtımı; Dublin ve Belfast’ta ‘Öğretmenler Sendikası’ tarafından yapıldı. Söz konusu kitap şu anda İrlanda’da Ulster ve Sinn Fein çevrelerinde okunuyor ve inceleniyor. Bu kitapta İrlanda ve dünya tarihinde ilk defa açıklanan tarihsel belgelerin ışığında dile getirilen düşüncelerin siyasallaşması; dünya politikalarında deprem etkisi yaratabilir. Kitabın en büyük önemi belki de bu. Neden? Dr. Pat Walsh, kitabın önsözünde şu vurguyu yapıyor:  İrlanda Cumhuriyeti Atatürk’ün açtığı yoldan kurulmuştur. Atatürk sadece Türk Devleti’nin değil İrlanda Cumhuriyeti’nin de kuruluş temellerinde vardır.  Dr. Walsh bu saptamayı yaparken, İrlandalı tarihçilere” gelin tarihimizle yüzleşelim” çağrısı yapıyor. Türkiye’de aynı çağrıyı yapan bir takım “aydın” takımının Atatürk’ü reddetmesinin aksine, Dr.Walsh Belfast’ta Atatürk’ü 2010 yılında halkının karşısına çıkartıyor. Bunu da bir tarihçi sorumluluğu ile yapıyor.  Sözkonusu kitabın Türk okuyucular için birçok açıdan önemi mevcut. Öncelikle Ermeni soykırımı fabrikasyonun Londra’da İngiliz Devleti’nin içinde oluşturulmuş bir gizli örgüt eliyle nasıl geniş kapsamlı olarak hazırlandığını ve meşhur Mavi Kitap’ın bu örgütten nasıl çıktığının belgelerini ilk defa açıklıyor. Bunu yaparken de 540 sayfalık dev eserini akademik bir omurgaya oturtuyor:  i-Osmanlı İmparatorluğu ile Britanya İmparatorluğu arasındaki devlet mekanizmasını karşılaştırıyor. Osmanlı’daki hoşgörünün Britanya Devleti’nde olmamasının felsefi temellerini tartışıyor.  ii-İngiltere’de bir zamanlar varolan olumlu Türk imajının, 1nci Dünya Savaşı’na giden süreçte değiştirilmesi için uygulanan gizli örgüt faaliyetleri sonucunda nasıl değiştirildiğini anlatıyor. Olumsuzlanan Türk imajı ile dağılan Osmanlı topraklarının Batılı güçlere hazırlanması ve ABD’nin İngiltere yanında savaşa sokulması için nasıl kullanıldığını anlatıyor.  iii-İrlanda ulusal mücadelesinin, Türkiye ve Atatürk’ü kendilerine model olarak nasıl aldıklarını açıklıyor.  Kitabın içeriğini Türkiye kamuoyuna sunmadan önce son bir noktayı vurgulamak istiyoruz. Bu yazıyı hazırlarken, sıkıntısını çektiğimiz en büyük konu, İrlanda tarihinin Türkler açısından neredeyse hiç bilinmemesi gerçeği oldu. Halbuki, İrlanda ulusal mücadelesi 1900’lerin başlarında dünyada Atatürk ve Lenin gibi iki devrimci önder tarafından yakından takip ediliyordu. Atatürk’ün İrlanda halkının İngiliz emperyalizmine karşı mücadelesine dair, Atatürk’ün Meclis konuşmaları ve Kuvayı Milliye dergisindeki başyazıları mevcut. Öte yandan Lenin, İrlanda mücadelesini ‘burjuva ulusal’ diye küçümseyen Rosa Lüksemburglarla sert tartışmalara girerken, sürekli olarak Türkiye ve İrlanda örneklerini veriyordu. Bu yüzden Türkiye’nin emperyalizme ve Ermeni soykırımı yalanlarına karşı verdiği mücadeleye, kimsenin aklına gelmeyen İrlanda’dan uzanan destek aslında hiç şaşırtıcı olmamalı. Aşağıda okuyacağınız satırlarda bizim hiçbir yorumumuz yoktur.   özetlenen kitabın bu makalede kullanılan sayfaları şunlar:  Syf.25-Türklere karşı kullanılan ilk faşist entellektüel W.E.D.Allen  Syf.190-Gizli örgüt elemanı Mark Sykes’ın The Times gazetesindeki makalesi  Syf.192-Weelington House’da ajanlaştırılan yazarlar komitesi.  Syf.195-Ermeni soykırımı fabrikasyonu nasıl hazırlandı.  Syf.197-Mavi Kitabın arkasındaki gerçek.  Syf.198-Malta Sürgünleri davası Londra’dan nasıl yönetildi.  Syf.206-Türklere karşı propoganda faaliyeti.  Syf.207-Anti Türk Kampanyası’nın formülasyonu. Avustralya ve Yeni Zelanda ulusal uyanışının başlangıcı kendi tarihçileri tarafından Çanakkale Savaşı olarak gösterilir. Avustralya ve Yeni Zelanda ulusalcılığının resmi tarih yazımı Çanakkale ile başlar. Anzaklar olarak bilinen, Britanya İmparatorluk Ordusu içindeki Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar ilk defa Çanakkale’de ‘We are not English anymore’ (Artık İngiliz değiliz) demişlerdir. İrlandalılar bu tarihi yeni yeni tartışmaya başlıyorlar. Pat Walsh’un kitabı bu anlamda İrlanda milliyetçiliğine ve ulus devlet tarih dökümanlarına bir meydan okuma. Neden? 1912-1914 yılları arasında İrlanda İç Savaşı’nın tarafları olan Protestan ve Katolik İrlandalıların, Britanya İmparatorluğu’na bağlılık taraftarı Uslter Gönüllüleri ve IRA temelinde örgütlenen bağımsızlık yanlısı katoliklerin milis örgütlenmeleri, 1nci Dünya Savaşı’nda Britanya Ordusu içinde Türklere ve Almanlara karşı ‘omuz omuza’ savaştılar. Bu tarihe dair, Longman yayınevinin aylık tarih dergisi World History’nin son sayısı Mart 2010 sayısında da Goldsmith University’den Richard Grayson, ‘Düşmanlar Birleşti’ makalesinde İrlanda’nın düşman milis taraflarının 1nci Dünya Savaşı’nda nasıl birleştiklerini anlatıyor. 2002 yılında Oxford Universitesi’nden Adrian Gregory ve Senia Paseta da ‘Savaş Bizi Birleştirdi mi?’ başlıklı bir kitap yayınlamışlardı.  Dr. Walsh kitabında İrlanda iç politikasını ve Amerika’daki güçlü İrlanda lobisini, Ulster, Sinn Fein ve İrlanda Hükümetlerini hep beraber ‘tarihle yüzleşmeye’ davet ediyor. Resmi tarih belgelerini açıklamaya davet ediyor. Kitabın 5 ve 22nci sayfalarındaki önsözde şunları belirtiyor: “...Sorumuz ortada duruyor: Kasım 1914 yılında İrlanda Türkiye ile niye savaşa girdi? İrlandalı tarihçilerin sormaya tenezzül etmediği bu soruyu şu anda bu yazar soruyor. İrlandalılar kendilerine karşı hiçbir yanlış davranış içinde bulunmayan ve üstelik 1847-8 yılları arasındaki büyük açlık yıllarında kendilerine yardım elini uzatmış Türklere karşı Britanya İmparatorluğu adına savaştı. Her şeyden önce neden İrlanda Türklerle savaştı? Neden İngiltere yüzyıl boyunca müttefiği olan Türklere savaş açtı? Bütün bunlar yanlıştı ve bu sorular yanıt bekliyor. Yanıtlar, ortaya çıkarılmamış İrlanda’nın 1nci Dünya Savaşı’nda Türkiye ile 1914-24 yılları arasındaki savaşının belgelerinde gizli.  Karşınızdaki yazar bu soruları sorarken 1919 ve 22 yılları arasındaki gazeteleri inceledikten sonra, kaçamayacağı bir sonuca da ulaştı. 1nci Dünya Savaşı Kasım 1918 yılında sona ermedi. Bu olgu bir sürpriz değil. İrlanda, Türkiye ile 1924 yılına kadar savaşın içinde oldu... İkinci unutulan gerçek ise, Modern Türk Ulusu’nun kurucusu ve emperyalizme karşı Türk direnişinin kahramanı Mustafa Kemal Atatürk, modern İrlandalı tarihçiler tarafından ‘sekter yayıncılık’ yapmakla suçlanan Katolik Bülten (Catholic Bulletin) gazetesi tarafından büyük bir saygı gördü.Katolik Bülten; Atatürk ve Türk Cumhuriyeti’ne açık bir destek verirken,İngilizlerin kurulmakta olan İrlanda ve Türkiye Cumhuriyetlerini engellemek için aynı yöntemleri uyguladığına dikkat çekti.  Katolik Bülten ”İngiltere Türkiye ve İrlanda’ya karşı aynı taktiklerle mücadele ederken, tarih her iki Cumhuriyet’in de kuruluşuna şahit oldu” diyor ve ekliyor” Tabii ki tek bir farkla, İrlandalılar kaybetti, Türkler kazandı.” Ve ekliyor:  “1924 Lozan Antlaşması’ndan sonra, kurulamayan İrlanda Cumhuriyeti, Türkiye ile savaşın sonunda Britanya İmparatorluğu’na bağlanmaya zorlandı. -Sinn Fein üyelerinin 1914 yılında kendilerini Redmond’un savaşından ayrı tutmalarına rağmen- Lozan Antlaşması ile Türkiye bağımsız ve hükümran bir devlet olarak tanındı.”  “Birçok yönden bu hikaye üç antlaşmanın masalıdır” diyor Dr. Walsh ve devam ediyor: “1921 Anglo-İrlanda Antlaşması, 1923 Lozan Antlaşması ve 1920 yılında yenilen bir ulusa 1920 yılında silah doğrultarak dikte edilen; unutulan Sevr Antlaşması.”  Dr. Walsh kitabında kullandığı tarihsel dökümanları şöyle sıralıyor: “Hanns Froemberg’in 1938 yılında basılan Atatürk kitabı, Catholic Bulletin gazetesinin 1922-24 nüshaları, Lozan Antlaşması tutanakları” Catholic Bulletin’de yer alan saptamaları ve belgeleri şöyle özetliyor:  “1921 Anglo-Irish Antlaşması’na karşı çıkan Fianna Fail (*) ortaya çıkarken Atatürk’ün örneğini izleyerek bağımsız İrlanda’yı kurmuştur. Böylece, belki de Atatürk’ün, Türk Devleti’nin kurucusu olmanın yanısıra... bağımsız İrlanda fikrinin oluşmasında da payı vardır.  İrlanda’ya yetki devri (devolution) veren Yurt Yasası (Home Rule) 1914 yazında kanunlaştı. Yasa maddesi 1912 yılında Parlamentoya sunulduğunda, İrlanda’daki Britanya İmparatorluğu içinde kalmak isteyen protestan ULSTER örgütü, yasaya ülkenin bölünmesine giden süreci başlatacağı gerekçesiyle karşı çıktı. 28 Eylül 1912 yılında 234.046 İrlandalı protestan kadın ve 237.368 erkek kamusal bir bildiri yayınlayarak, yasaya karşı çıktılar ve silahlı UVF-Ulster Volunteer Force’u (Ulster Silahlı Gönüllüleri Örgütü) kurdular. 1913 yılında, bu sefer UVF’e karşı, katoliklerden oluşan İrlandalı ulusalcılar, Dublin Universitesi’nden Eoin MacNeill’in önderliğinde IV-Irish Volunteers (İrlandalı Gönüllüler) adlı silahlı teşkilatı oluşturdular. Ulusalcı güçlerin silahlı örgütü kısa bir süre içinde Ulster’de 40 bin kişiye ulaştı. Bu iki paramileter örgüt, 1914 yılında Home Rule yasasının çıkmasından 6 ay sonra, Türkiye ve Almanya’ya karşı cepheye sürüldü. Katolik ulusalcılar, Londra tarafından ‘Katolik Belçika’nın Almanlardan kurtarılması için ikna edildi. Belçika’da Almanların yaptıklarına dair üretilen haberlerin savaştan sonra kurmaca olduğu anlaşıldı. Protestan Ulsterciler ise Britanya İmparatorluğu’na tam sadakati savundukları için savaşa gönüllü girdiler.  Fakat Çanakkale’ye gönderilen İrlandalılar ülkelerine oldukça farklı döndüler. Özellikle Katolik ulusalcılar. Savaştan önce, istemlerini sadece ‘yerel özerklik’ ile sınırlayan İrlandalı ulusalcılar, Çanakkale’den, Türk direnişinden etkilenerek tam bağımsızlık talebi ile döndü, Cumhuriyetçilere dönüştü ve tamamına yakını IRA saflarına katıldı. 1916 Paskalya ayaklanmasının altında yatan önemli etmenlerden biri, Çanakkale ruhuydu. İrlandacada, Poblacht na hÉireann or Saorstát Éireann olarak geçen İrlanda Cumhuriyeti fikri, 1919-1922 yılları arasındaki İrlanda bağımsızlık savaşının kaynakları, Çanakkale’den Cumhuriyet ve Bağımsılzık fikri ile dönen askerlerde yatıyor. IRA ya da İrlandacada Oglaigh na hEireann yani İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu’nun 1913 yılında kurulduğunda iki monarşili sistemden tamamen bağımsız Cumhuriyet fikrine geçmesi, İrlanda Cumhuriyetçi Partisi Fianna Fail’in tarih sahnesine çıkması’nın altında Catholic Bulletin nüshalarında yer alan tek bir etmen var: Atatürk. 1921 Antlaşması İrlandayı sorunları halen daha devam eden bir şekilde ikiye böldü. Bağımsız İrlanda 1937 yılına kadar tanınmadı. Kuzey İrlanda’yı Bağımsız İrlanda’dan kopararak Britanya’ya bağladı. Peki bu süreçte; İrlanda’daki cumhuriyet fikri nasıl gelişti?”  Nisan 1923 yılında Catholic Bulletin, alışılmadık bir şekilde Lozan Antlaşması’nın resmi İngiliz belgelerini yayınlamaya başladı. Dr. Walsh kitabında bu yayın programını şöyle yorumluyor:  “...Catholic Bulletin, Lozan belgelerini yorumsuz yayınlamaya başlar. Yoruma da gerek yoktur. Britanya İmparatorluğu’na diz çöktüren bir milletin mücadelesi İrlanda’ya örnek teşkil etmiştir. Bu anlamda kanımca, Atatürk’e İrlanda Cumhuriyeti’ne ilham ve örnek teşkil ettiği için borcumuz vardır. Atatürk’ün Türkiye için yaptığını, İrlandalıların da İrlanda için yapması fikri bir vizyon oluşturmuştur.”  Dr. Walsh, kitabındaki tezleri Anglo-Sakson dünyasındaki tarihsel Türk imajı ve bu imajın fabrikasyonla değiştirilmesi üzerine oturtuyor.  “Türk deyince 1915 yılına kadar İngiltere’de ilk akla gelen gerçek bir centilmen imajıydı. Türkler İngilizlere silah doğrulttuktan sonra bile bu imaj değişmedi ve yerini ‘temiz ve dürüst savaşçı’ imajı aldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun toparklarının parçalanması sürecinde bu imajın değiştirilmesi gerekiyordu.  Bu işin ilk adımı olarak Ermeni soykırımı fabrikasyonuna başlandı. Bu amaçla ilk göreve getirilen kişi W.E.D Allen (1901-73) oldu. Allen aristokrat ailelerin çocuklarının okuduğu Eton mezunuydu. 1919 yılında Avrupa’da Türkler adlı kitabını yazdı. Bu kitabında Türklerin Avrupa’daki yerini şöyle tanımlıyordu: ‘...Orta Asya’nın steplerinden gelen göçmen çobanlardan oluşan garip bir kabilenin Avrupa’daki bir düzine ulus üzerinde egemenlik kurması nasıl mümkün olabilir ki?’  “Allen, 1920 yılında Türkler ile Yunanlıların Savaşı’na savaş muhabiri olarak katıldı. 1929 yılında Kraliyete bağlılık yanlısı Unionist Parti’den Batı Belfast milletvekili seçildi. 1931 yılında Sör Oswald Mosley’in faşist partisine katıldı. Mosley’nin yakın arkadaşı olarak, faşist Kara Gömlekliler örgütünün kuruluşunda görev aldı. 1934 yılında James Drennan takma adıyla Oswald Mosley ve Britanya Faşizmi adlı bir kitap kaleme aldı. Mussolini ve Mosley arasındaki resmi görevli kurye görevine getirildi. Daha sonradan bu dönemde Sör Basil Thomson’un başkanlığındaki ‘Special Branch’ daki MI5 (İngiliz içistihbarat servisi) görevlisi olduğu öğrenilecekti. İki dünya savaşı arasında, Anadolu’da ve Kafkaslarda MI5 adına araştırmalar yaptı. 1943 yılından 1948 yılına kadar Ankara’da İngiliz Büyükelçiliği Enfromasyon Bürosu’nun başkanlığını yaptı. 1948 yılında Kraliyet madalyası ile ödüllendirildi. Ulster Unionist (Protestan Kraliyet yanlısı örgüt) ve faşist olarak; Türkiye aleyhindeki ilk raporları kaleme alan kişidir.” Anti Türk propogandasının modeli ise 20 Şubat 1917 yılında The Times gazetesinde çıkan bir makale ile başladı. Yazarın adı Mark Sykes idi. Türklerin 700 bin Ermeni’yi kestiğini ilk olarak Sykes dile getirdi. Sykes The Times gazetesinde çıkan makalesinde şunları dile getiriyordu:  “...Kısa zaman öncesine kadar, İngiltere’de Genç Türk denilince akla, Anadolu’ya geziye giden romantik İngiliz seyyahlar ve politikacıların da katkısıyla, dürüst ve temiz bir savaşçı olan Türkler geliyordu... Bir kez daha şu Genç Türk’e Alman üniforması ile bakın. Alman militer sesi. Alman Teknik eğitimiyle yetişmiş Genç Türk. Alman profesörleri ona kitle propogandası, politika ve patlayıcıları öğretmiş... 2.5 yıl boyunca katliamlar yaptı, ihanetler yaptı, bütün anlaşmaları ihlal etti, savaş esirlerimizi katletti, yaralılarımızı öldürdü, kadınlarımızı rehin aldı ve halen daha birileri ‘temiz savaşçı Türk’ (clean fighting Turk) diyor... Bu Türkler 700 bin Ermeniyi katlettiler, Lübnan’da açlık ve sefillik yarattılar, Yahudi kolonistleri yok ettiler...”  Sykes’ın The Times gazetesinde yayınlanan bu makalesi, 100 bin kopya basıldı. 30 bin adedi Amerika’ya gönderildi. Sykes’ın mektubu Ermenilerin öldürülmesini temel alarak oluşturulan Anti-Türk Kampanyası’nın modeli oldu.(syf.207) Pat Walsh’ı okumaya devam edelim:  “Türklere karşı kampanya ve Ermeni katliamı fabrikasyonu 1914 yılında kurulan gizli bir örgütlenmenin içinde oluşturuldu. Britanya Devlet yapısı içindeki bu gizli örgüt 1914 sonbaharında adını o tarihte İngiliz Parlamentosu’nun kalbi olan ve Buckingham Sarayı’nın yanında bulunan, Wellington House’da örgütlenen Savaş Propoganda Bürosu’ndan (War Propoganda Bureau) alıyordu. Doğrudan dışişlerine bağlı olarak kurulan bu gizli örgütün tüm bilgileri ve dokümanları savaştan sonra Wellington House’ın şaibeli bir şekilde tamamen yanmasıyla yok oldu. Bu gizli örgütün ve Türkler aleyhindeki propoganda faaliyetleri 1935 yılına kadar ortaya çıkmadı. Wellington House’da Türklere karşı yapılan kurmaca Ermeni katliamı haberlerinin esas hedefi Amerika Birleşik Devletleri’ydi.(syf.207)( Bu konudaki geniş dökümantasyon için şu kaynağa bakınız: Wellington House and British PropogandaDuring The first World War, M.L. Sanders, The Historical Journal, XVIII, 1975)  Savaş Propoganda Bürosu’nun başında Liberal milletvekili Charles F.Masterman bulunuyordu. Eski kabine bakanı ve Daily News gazetesinin edebiyat editörü olan Masterman, Asquith Hükümeti’nde bakanlık yapmıştı. Asquith kendisini bu gizli büronun başına davet ettiğinde, misyon çok netti. İngiltere’nin düşmanlarını kötü ve şeytan göstermek ve İngiltere’yi haklı göstermek. İşin başında bu büro Almanlara karşı örgütlenmişse de daha sonta Türkler özel çalışma alanı oldu.” “Masremann görevi kabul ettiğinde, İngiliz edebiyatının önde gelen 25 yazarını Wellington House’a davet etti. Toplantının amacı Britanya İmparatorluğu’nun savaştaki çıkarlarını korumaktı. Yazarlara bu örgüt ve toplantının başlatacağı faaliyetler hakkında hiçbir yere bilgi sızdırmamaları dikte edildi. Wellington House’daki bu toplantılardan ve çalışmalardan, Ermeni katliamı haberlerinden İngiliz Parlamentosu’nun bile haberi olmadı. Wellington House’daki gizli faaliyete kimler katıldı. Bu bilgi ilk kez geniş kamuoyuna açıklanıyor: Thomas Hardy, H.G.Wells, John Galsworthy, Arthur Conan Doyle, John Masefield, Arnold Bennett, G.K. Chesterton, J.M.Barrie, G.M.Trevelyan ve diğerleri.”(syf.192)  Dr.Walsh, kitabında bu toplantının İngiliz tarihindeki en geniş katılımlı yaratıcı ve akademik toplantı olduğunu belirtiyor. İkinci toplantı bu sefer gazetecilerle yapıldı:  “İngiltere’nin önde gelen gazete editörleri örgütte biraraya geldi: Geoffrey Dawson, Edward Cook, J.L. Garvin, J.A. Spender ve diğerleri...  Wellington House, gizli bir yapılanma olduğu için yayınların özel yayınevleri tarafından basılması ve dağıtımı görevini de üstlendi. Yayınevi editörleri Wellington House’a çağrıldı. Oxford University Press, Macmillan, Hodder and Stoughton, Methuen yayınevleri yani dünyanın en büyük ve prestijli yayınevleri örgütlenmeye dahil edildi. Oxford University Press ve John Murray yayınların dağıtımı işini üstlendiler. Amerika’da tespit edilen 13 bin etkili kişinin de içinde olduğu bir adres listesine; aristokratların imzaları ile yayınlar ulaştırılmaya başlandı.”     “Wellington House gizli propoganda Bürosu, İngiltere’nin o tarihe kadar yetiştirdiği iki öenmli tarihçiyi görevlendirdi. G.P.Gooch ve Arnold Toynbee. Toynbee, Wellington House’da tarihçi olarak değil propogandist olarak görevlendirildi. Toynbee az sonra değineceğimiz meşhur Mavi Kitap’ı da Wellington House memuru olarak yazdı. Wellington House’da Türkleri hedef alan kitapların uzun bir listesi mevcut, bunlardan bazıları:  Mark Sykes, British Palestine Committee, The Clean Fighting Turk  E.F.Benson; Crescent and Iron Cross, Deutschland über Allah  Israel Cohen; The Turkish Persecution of the Jews  Edward Cook; Britain and Turkey  E.W.G.Masterman; The Deliverence of Jerusalem  Basil Mathews; The Freedoom of Jerusalem  Esther Mugerditchian; From Turkish Toils  Martin Niepage; The Horrors of Allepo  Cannon Partif; Mesopotomia  R.W.Seaton; Serbia, Yesterday, Today and Tomorrow  Josiah Wedgewood; With Machine Guns in Galliboli  Chaim Weizmann, R.Gothell; What is Zionism?  Anon; Subject Nationalities of the German Allies, Syria During March 1916  S.Tolkowsky; Jewish colonisation in Palestine  Arnold J.Toynbee; Armenian Atrocities:The Murder of a Nation, Turkey-A Past and a Future, The Murdereous Tyranny of Turks MAVİ KİTABIN ARDINDAKİ GERÇEK  Daha geçtiğimiz yıl Lord Avebury’nin eline alarak Ankara’ya geldiği Mavi Kitap’la ilgili İngiltere bu kitabın savaş döneminde propoganda amacıyla yazıldığını dile getirdi bugüne kadar. Ama kullanmaya da ısrarla devam etti. Mavi Kitap’ın ardında başka gerçekler de var. Türkler aleyhine uzun bir liste oluşturan bu kitaplardaki tüm kurmaca malzeme yazarlar arasında aslında tek bir merkezden çıkan akademik referanslarmış gibi kullanıldı. Dr. Walsh Türklere karşı fabrikasyonun bu korkunç metodunu ortaya sererken bir örnek veriyor:  “Örneğin o yıllarda hayalet romanlarının ünlü bir romancısı olan Canterbury Archbishop’u E.F.Benson ‘Crescent and Iron Cross’ kitabının önsözünde kullandığı kaynakları şöyle açıklıyor:  ‘...Ermeni katliamlarına ilişkin şu kaynaklara başvurdum: Lord Bryce’ın topladığı ifadeler, Bay Arnold J.Toynbee’inin The Murder of a Nation ve The Murdereous Tyranny of the Turks ve Dr.Martin’in Niepage’ın The Horrors of Aleppo kitabı. İlk bölümde Bay D.G.Hogarth’ın The Balkans (Clarendon Press,1915) adlı kitabına başvurdum...’  Değişik yayınevlerinden çıkan, değişik kitaplardan kullanılan kaynaklar. Aslında tüm kitaplar tek bir gizli merkezden çıkmış. Yazarlar birbirlerinin çalışmalarının haberleri yokmuş gibi birbirlerine referanslar veriyorlar...” MAVİ KİTABIN AMACI: Malta sürgününü gerçekleştirmek ve ABD’yi savaşa sokmak.  Şunu özetleyebiliriz: Mavi Kitap, gelecekte kullanılmak üzere raflarda tozlanmaya bırakıldı, ta ki Britanya’nın Türklere karşı kullanmasına tekrar ihtiyaç duyuluncaya kadar.’  (Dr.Walsh, a.g.e: syf.198)  Dr.Walsh devam ediyor:  “Mavi Kitabın içeriğine ilişkin Britanya Hükümeti tarafından hiçbir zaman tatmin edici bir resmi açıklama yapılmadı. Toynbee, 1922 yılında yayınlanan Western Question and Turkey adlı kitabının 50inci sayfasında, kitabın ‘propoganda’ amacıyla yazıldığını belirtmesine karşın...  İngiliz tarihçi Trevor Wilson bu konuda şunları söylüyor: ‘Lord Bryce bu iddiaların yalan ya da sahte olduğunu söyleme seçeneğine sahip değildi. Toynbee’nin Türkiye ile benzer bir şekilde Almanya’nın Belçika’da yaptığı insanlık dışı işlemlere dair fabrikasyon haberlerinin; hiçbirinin doğru olmadığı da savaştan sonra ispatlandı. (Journal of Contemporary History, Haziran 1979)’  “Fakat Britanya Hükümeti, 1920-21 yılları arasında MaviKitap’ta yazılanları delil gösterererek o zamanki ulusal önderleri Malta’ya sürgüne göndertti. Mahkeme heyetine Mavi Kitap verimesine karşın; iki yıl süren yargılamalardan sonra, yargı sanıkları delil yetersizliğinden serbest bıraktı. ( Bu teknik Kuzey İrlandalı okurlara hiç yabancı gelmeyecektir.)  Mavi Kitap, Haziran 1915 yılında, 2.5 milyon adet basıldı ve dağıtıldı. 1916 yılında 200 ve 1917 yılında 400 üzerinde yayınevi tarafından 17 dile çevrilerek milyonlarca basıldı. Mavi Kitap broşürleri ABD’deki bütün kütüphanelere, doktor kliniklerine, berber dükkanlarına dağıtıldı. Savaş yıllarında 7 milyonun üzerinde kopya dünyadaki fikir üreticilerine yollandı. Özel hedef ABD’ydi. Gilbert Parker, ABD’de 13bin etkili ismin listesini çıkardı. Bu seçkin kişiler, Devlet Propoganda Bölümü’nden belge aldıklarını bilmeden bu zarfların kendilerine İngiliz elitlerinden gönderilidiğini zannettiler. Kitapların pahalı olması ve sadece üst orta sınıflar tarafından okunabilmesi nedeniyle, Wellington House, Illustrated London News matbaasında birçok dilde kendi gazetelerini basmaya başladı. Savaşın başlaması ile beraber İngiltere, Almanya’dan ABD’ye giden iletişim hatlarını ve kablolarını kesti ve ABD’ye tüm bilgi akışı sadece İngiltere’den gerçekleşmeye başaldı. (Kaynak: H.C. Peterson, British Influence On The American Press 1914-17, American Political Science Review, February 1937, syf.81)  H.C.Peterson; Ermeni Soykırımı haberlerinin de ABD’ye İngiltere’den gittiğini, Alman haber ajanslarının sansürlendiğini belirterek, İngiliz medyasının Amerikan medyasına dönüştürüldüğünü anlatıyor.  Amerika’ya yapılan Türk karşıtı propogandanın amacı; Anadolu’da Ermenileri protestanlaştırmak için faaliyet gösteren Amerikalı misyonerlerin hazırladıkları zemin üzerinde ABD’yi savaşa dahil etmekti. Türklerin Doğu Avrupa’da Yahudileri de katlettikleri Amerika’daki Yahudi cemaatini ayrıca harekete geçirmeye yetiyordu. Kuşkusuz bu propogandanın bir diğer amacı da parçalanan Osmanlı topraklarını Batılı güçlere paylaşım için hazırlamaktı. İngiltere’nin Amerika’ya yönelik propogandasının bir diğer nedeni de, Amerikan elitlerinin savaş yıllarında İngiltere’ye değil Almanya’ya sempati duydukları gerçeği idi.  İrlandalı sosyalistler; Dr.Walsh’ın kitabı ile büyük bir tarihsel sorumluluğu yerine getirdiler. Şimdi bu kitapta ortaya konan tarihsel gerçeklerin artık siyasallaşmasının zamanı geldi. 1900’lerin başlarında Türkiye karşıtı faaliyetlerin perde arkası; basit bir tarih tartışması değil. Bunun siyasal etkileri halen daha devam ediyor. Bu kitaptaki belgelerin siyasallaşması demek; Ermeni Soykırım yalanlarını onaylayan dünyadaki tüm Meclislerin ve Türkiye’deki işbirlikçilerinin bir kez daha düşünmesi anlamına geliyor. Ya 1915’lerde İngiliz devleti içindeki bir gizli örgütün fabrikasyonuna doğru demeye devam edecekler ya da tarihin önünde saygıyla eğilecekler.