Tüm Bilgi Paylaşımlarım

Küresel Güçlere Rağmen Ulusal Egemenlik, Bağımsızlık ve Varoluşun Sürdürülebilirliği

Küresel Güçlere Rağmen Ulusal Egemenlik, Bağımsızlık ve Varoluşun Sürdürülebilirliği İlk Söz: Ulusal Egemenlik ona layık olanların, ona sahip çıkanların hak ettiği bir yönetim biçimi Ulusal değerlere,Cumhuriyet ilkelerine sahip çıkılan nice bayramlar olsun..... Bayramınız kutlu olsun !.. Küçüklüğümüzde 23 Nisan günleri,  İlkokul bahçesinde siyah önlüklerimiz, beyaz yakalarımızla toplanıp, "Bugün 23 Nisan neşe doluyor insan" diye diye yürürdük caddelerde hep birlikte. Ya da "Ankara'nın taşına bak gözlerimin yaşına bak"....... Okul idaresince gece düzenlenen fener alaylarında da ellerimizde yanan meşalelerle "Dağ Başını Duman almış" marşı ve "İzmir’in dağlarında çiçekler açar"... diye başlayan "Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa... Adın yazılacak mücevher taşa... " diye sona eren "İzmir Marşı"nı büyük bir çoşku ile söylerdik hep birlikte ... Bizler çok şanslıydık belki… Öğrencilik hayatımız boyunca tüm bayramlara ve fener alaylarına katılmıştık. Çoşkuyla kutlamıştık "Cumhuriyetimizin bize kazandırdığı tüm kadim değerleri"… "Atatürk ilke ve İnkilâplarını…." Küçük bir kasaba da, isimleri hala hafızamızda duran , Cumhuriyet ilkelerine derinden bağlı Turan hocamdan, Çetin hocamdan, Hilmi  hocamdan, Belkıs hocamdan, Habibe hocamdan , Necmettin hocamdan, Mutahhar  hocamdan; Mustafa hocamdan…. Bugün; sevgi ,saygı ve hürmetle andığım daha nicelerinden...  Kuva-yi Milliye ruhuyla yetiştirmişlerdi bu nesli… Cumhuriyeti, demokrasiyi ; Atatürk İlke İnkilâplarını korumak ve kollamak için….. Yıllar önce, İlkokulu bahçesinde toplanıp, siyah önlüklerimiz, beyaz yakalarımız ve İskarpin pabuçlarımızla söylediğimiz şarkıları,  bugün torunlarıma söylerken içim buruk.    İçimde ki burukluk çocuk olmadığım için değil, Ülkem çocuklarına nasıl bir Türkiye nasıl bir Dünya bıraktık? Bu soruyu kaçımız özeleştiri yaparak cevapladık.. Insanın dünyaya gerçekten bakışı ancak çocukken oluyorsa, büyüyünce görebildikleri o hatıralara ve ezbere dayalı ise, gelecek malzemesi hatıralara hakkını vermek için en mükemmel günlerden biri de, 23 Nisan - Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan... Bugün, ulusal egemenliğimizin kurulması yolunda atılan en güçlü adımlardan birinin yıl dönümü. - Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik / Aktolgalı beylerbeyi haykırdı ilerle / Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle..... 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı... Öyleyse çalsın mızıkalar, bandolar; öyleyse çocuk balolarında sevinç çığlıklarımızla kutlayalım bu başarıları... Büyük Önderin 100 yıl önce ilk harcını attığı bağımsızlığı, kutsal bir bayrak gibi elden ele taşımak; bu bayramları, bu törenleri hak etmek için !.... - Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan... kutluyoruz "Egemenlik ve Çocuk Bayramı"nı... - Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan... "Egemenlik ve Çocuk Bayramı"nı, neşe içinde, binbir neşe içinde kutlayalım! - Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan. Çocukluğumuzun bu şarkısı yerine bir başka.... Bir başka şarkıya, bir başka türküye takılıyor dilim.... Kafkas dağlarının eteklerinde tüm kafkas Türk halkı tarafından çoşku ile söylenen çok sevdiğim türküye...... "Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa Askerin milletin bayrağınla çok yaşa Arş arş arş ileri ileri Arş ileri marş ileri Dönmez geri Türk'ün askeri Sağdan sola soldan sağa Al da bayrağın düşman üstüne Cephede süngüler ayna gibi parlıyor Kafkas Türkleri bayrak açmış bekliyor Arş arş arş ileri ileri Arş ileri marş ileri Dönmez geri Türk'ün askeri Sağdan sola soldan sağa Al da bayrağın düşman üstüne Parlayan yıldızın alemi tenvir eder Cumhuriyet bayrağı semalar içre süzer Arş arş arş ileri ileri Arş ileri marş ileri Dönmez geri Türk'ün askeri Sağdan sola soldan sağa Al da bayrağın düşman üstüne" Bir not; "Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur." Vatan , Şehitlerimizin bize emanetidir. Vatan, Sultan Alparslan'dır. Vatan, Sultan Mehmet Han'dır. Vatan, Mustafa Kemal Atatürk'tür... Bu anlamlı günü başta Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, İstiklal Savaşımızın tüm kahramanlarını ve şehitlerimizi saygı, minnet ve şükranla anıyorum. Bu duygu ve düşüncelerle ; Canımdan bir can Berkehan'la ve "Bilgehan Deniz" ile birlikte kutlayacağım "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun"   Küresel Güçlere Rağmen Ulusal Egemenlik ve Sürdürülebilirliği: Hedef 2023/2071  21.04.2013 13:46:06 İlksöz:   Cumhuriyet ve Demokrasi ona layık olanların, ona sahip çıkanların hak ettiği bir yönetim biçimi /   Sadece büyük bir lider geleceği küçük kalplere emanet eder..... “Küçük Hanımlar Küçük Beyler; Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız. Memleketi asıl aydınlığa çıkaracak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek, Ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz!"     Bugün, ulusal egemenliğimizin kurulması yolunda atılan en güçlü adımlardan birinin yıl dönümü. Ulusal egemenliğimizin stratejik yol haritasının  çizimlerinin yapıldığı Türk Milleti’nin makus tarhinin çağdaşlığa dönüşüm ve evrilme  sürecinin başlangıcı. Türk Milleti’nin bir millet olarak uyanışının ayağa kalkışının ilk adımı. Türk Milleti’ Böyle bir günde, "Egemenlik" kavramının yıllar boyunca törpülendiğini, zaman zaman kesintiye uğratıldığını, toplumun hafızasının günümüzün popüler deyimi ile her on yılda bir devamlı resetleme ve tekrar formatlanma girişimlerini hiç unutmamak, hiç akıldan çıkarmamak gerekir…. Çıkarmamak gerekir çünkü, bu girişimler aslında, bu bayramı niçin kutlamamız gerektiğine, bu bayrama niçin sahip çıkmamız gerektiğine ilişkin tarihsel “mihenk taşl”…"bir kilometre taşı"... .Çünkü bu tarih aynı zamanda Lozan Barış Konferansı  ikinci defa toplandığı tarih... Bu tarihe ulaşmada ki kilometre taşlarını tarih kitaplarından birlikte okuyalım: 16 Mart 1920: İstanbul işgal edildi. İşgal kuvvetleri Osmanlı’nın bazı milletvekillerini tutukladı. 18 Mart 1920: Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı kapanış toplantısı yaptı. 19 Mart 1920: Mustafa Kemal, ‘olağanüstü yetkiler taşıyacak bir meclisin’ Ankara’da toplanacağını ilan etti. Bu bildiriyle yurdun her yerinde seçimler yapıldı.   22 Nisan 1920’de yapılan çağrıyla Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 günü toplandı. Meclis, 24 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa’yı başkanlığa seçti. Meclisin açılış günü olan 23 Nisan, 1921’de çıkarılan bir kanun ile ülkenin ‘ilk resmi bayramı’ olarak ilan edildi. Kanunda, ‘23 Nisan günü milli bayramdır’ ifadesi yer aldı. 1935’te çıkarılan bir kanun ile 23 Nisan, ‘Milli Hakimiyet Bayramı’ olarak adlandırıldı.     Bu bağlamda Cumhurbaşkanımız' ın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle yayımladığı mesajı birlikte okuyalım: "Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 96. kuruluş yıldönümünü, Türkiye ve dünyadaki tüm çocukların Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını en samimi duygularımla kutluyorum. 23 Nisan bir yönüyle ülkemizin milli egemenliğinin ve bağımsızlık mücadelesinin en önemli dönüm noktalarından birini oluştururken öte taraftan da çocuklar için bayram olarak kutlanmaktadır. İstiklal Harbi esnasında aziz milletimiz bir büyük seferberlik gerçekleştirmiş, birlik ve beraberlik içinde mücadele vererek zafere ulaşıp, Cumhuriyetimizi ilan etmiştir. 23 Nisan 1920’de, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” şiarıyla kurulan Meclisimiz, tam bağımsızlık konusundaki azim ve kararlığımızı tüm dünyaya ilan etmiştir.  Millî Hâkimiyet, (Ulusal Egemenlik) devletin gücü olan egemenliğin doğrudan doğruya ulusa ait olmasıdır. Kurucu ve yönetici güçler kişilerde ya da belli gruplarda değil, halktadır.   Milletin kendi kaderiyle ilgili her türlü kararı kendisinin verebilmesidir. Milletin kendi kendisini yönetmesi, kendi kaderine hakim olmasıdır. Büyük Önder diyor ki: "- Milli hakimiyet, milletin bütün varlığı ile milletin kaderine, istikbaline; vatanın tümüne ve devletin tüm hizmetlerine tam olarak hakim olması demektir. - Millet işleri ancak milli kararlara dayanmakla, milletin genel duygularına tercüman olmakla gerçekleşir. - Millet Meclisi’nin bütün programlarının umdesi şu iki esastır: İstiklal-i Tam. Kayıtsız şartsız milli hakimiyet. (27.4.1920) - Cumhuriyette meclis, reis-i cumhur ve hükümet; halkın hürriyetini, emniyetini ve rahatını düşünmek ve temine çalışmaktan başka bir şey yapamazlar. Çünkü bilirler ki, kendilerini iktidar ve selahiyet mevkiine muayyen bir zaman için getiren irade ve hakimiyetin sahibi, millettir. -Büyük önder günümüzde çok kişinin farkında olmadığı bir ayırımı yapıyor. Sistem ile milli hakimiyetin birbirinden ayrı olduğunu, mutlakıyette bile milli hakimiyetin olduğunu işaret ediyor. Diyor ki; “Hakimiyet-i milliye başka bir meseledir; cumhuriyet, meşrutiyet, mutlakiyet-i idare, istibdat yine başka birer meseledir.. Bu dört şekil içinde muhtelif şekilde milli hakimiyetin tatbik edildiğini görmekteyiz. Hatta istibdatta bile bir parça vardır. Milli hakimiyet, cumhuriyetin tekamülü demek değildir. Çünkü milli hakimiyet, şekil değildir. Ruh ve esas meselesidir! - Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve milletin başında hiçbir kuvvet, hiçbir makam yoktur, yalnız bir kuvvet vardır. O da milli hakimiyettir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve varlığıdır. (16.1.1923) TBMM, necip milletimizin, vatan ve bayrak sevgisinin, bağımsızlığa olan aşkının yanında başka milletlerin bağımsızlık mücadelelerine örnek olmuş, milli iradenin gerçekleştirilmesi yolunda emsal teşkil etmiştir. 23 Nisan demokrasinin, milli iradenin, millet egemenliğinin en bariz göstergesidir. Bu günün çocuklarımıza armağan edilmesi, Türkiye’nin geleceği olan çocuklarına, gençlerine olan güvenini, umudunu gösterir. Türkiye’nin gençleri üzerinden yükseleceğine, onların dinamizmi, parlak hedefleri, duru zihinleriyle 2023, 2071 hedeflerine ulaşacağına inancımız tamdır. 23 Nisan 1920 ruhunu, barış, kardeşlik ve beraberlikle yoğrulan mücadele azmini çocuklarımız, gençlerimiz çağın gerektirdiği bilgiyle buluşturacak, beklediğimiz büyük Türkiye’yi inşa edecektir. Biz çocuklarımıza güveniyoruz; bizim gençlerimizden beklentilerimiz çok büyük. İnanıyorum ki onlar da, kendilerine sunulan imkânları iyi değerlendirecek, tarihlerinden aldıkları özgüvenle büyük başarılara imza atacaklardır. Bu duygularla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk başkanı olan Gazi Mustafa Kemal’i, Kurtuluş Savaşımızı sevk ve idare eden ilk Meclis’teki tüm milletvekillerini, bize bu vatanı armağan eden tüm şehit ve gazilerimizi bir kez daha rahmetle ve minnetle yad ediyorum. Tüm çocuklarımızın, tüm dünya çocuklarının bayramını kutluyorum."    23 Nisan'ın Türkiye'de uIlusal bayram olarak kabul edilmesinin nedeni, 1920'de o gün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmış olması. "23 Nisan", 1921'de çıkarılan 23 Nisan'ın Milli Bayram Addine Dair Kanun ile, Türkiye'nin ilk ulusal bayramı olmuş. 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla 1 Kasım, Hakimiyet-i Milliye Bayramı (Ulusal Egemenlik Bayramı) olarak kabul edilmiş. Daha sonraki yıllarda, TBMM'nin açılış tarihi olan 23 Nisan "Milli Hakimiyet Bayramı" olarak kutlamış ve bu durum 1 Kasım'ın uzun vadede bayram olarak unutulmasına neden olmuş. 1935'te bayramlar ve tatil günleriyle ilgili kanun değiştirilmiş ve "23 Nisan Millî Bayramı"nın adı "Millî Hakimiyet Bayramı" haline getirilmiş, böylece 1 Kasım Hakimiyet-i Millîye Bayramı ile 23 Nisan Millî Bayramı birleştirilmiş.         “Hakimiyet-i Milliye Bayramı (önceleri 1 Kasım, sonra 23 Nisan), saltanatın kaldırılışının ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM'nin açılışının egemenliği padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını taşırken, Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşımaktaydı. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, UNESCO'nun 1979'u Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından, TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni başlatarak, bayramı uluslararası düzeye taşıdı...23 Nisan’ın bayram oluşunu da hatırlatalım,      Hıfzı Veldet hoca, “İlk Meclis” kitabında (Çağdaş Yayınları, 1990) bunu ayrıntısıyla anlatmakta.Birlikte okuyalım...      "23 Nisan 1921, B M M’nin açılışının birinci  yıldönümüdür. O gün İçel Mebusu Şevki Bey ile Manisa Mebusu Refik Şevket Bey, 23 Nisan’ın, eski tabirle “ayad-ı milliyeden”, yani milli bayram ilan edilmesini isteyen bir öneri verirler.         Öneri görüşmeye açılır. Konya Mebusu Vehbi Bey itiraz eder:         “Efendiler! Rica ederim, böyle bir kanuna ne ihtiyaç vardır? Nümayiş yapmakla bayram olmaz. Ulusumuz İzmir’e o mübarek bayrağımızı diktiğimiz gün, yüreğinde gerçek bir bayram yaşatır.”          Tabii tartışma çıkar. Kırşehir Mebusu Yahya Galip, itiraz sahibi Vehbi Bey’e, “Hoca efendi hazretleri! Bugünü gökteki melekler bile yüceltiyor, siz neden yüceltmek istemiyorsunuz?” der.        Salon karışır.        Yahya Galip iyice yüklenir:        “Ne vakit böyle bir milli bayram olur, memleketin sevinçli anları olur, bunun içine hemen ‘ahlakı İslamiye’ sokarlar. Her gün, her fırsattan yararlanarak temcit pilavı gibi bunu söylemekten ne çıkar, ben anlamıyorum.”         Mahmut Celal, onu destekler:        “Rica ederim bu, bütün Müslümanlar için büyük bir gün değil midir?”        Trabzon Mebusu Ali Şükrü, konuyu isim vermeden Mustafa Kemal’e getirir:        “Efendiler! Meclis’in kendi kendine ‘Burada toplandığım günü bayram yapıyorum, siz de bayram yapın’ demesi uygun değildir. (..) İşi bütün ulus yaptığı halde bu başarı doğrudan doğruya bize mi aittir? Mesela bir ordunun başarısı bir kumandana mı ait olacaktır?”         Son sözü, teklif sahibi Refik Şevket söyler:        “Koca bir tarihi canlandırma şerefini üzerine alan Meclisimiz bugünü elbette kutsallaştıracak ve bunu torunlarına yadigâr bırakacaktır. Bugünü ‘ayadı milliye’den sayan teklifimin oybirliğiyle kabulünü rica ediyorum.”         Tunalı Hilmi, “’Milli bayram’ diyelim” diyerek Türkçeleştirir.         Teklif kabul edilir ve kabul edilen kanun gereği 23 Nisan resmi tatil olduğundan oturum kapanır.                O günden beri -2 yıl eksiğiyle- 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’dır.          Acaba  neden iki yıl eksiği ile?...         Geçen 96 yıl içinde sadece 2 yıl, 23 Nisan, “Ulusal Egemenlik Bayramı” olarak kutlanmadı; resmi tatil yapılmadı.        Hatırlamayanlar, “Buna kim cüret edebilir ki?” diyebilirler. Hemen hatırlatmakta yarar var:          Kararı alan, 12 Eylül askeri yönetimi.           Kapattıkları Meclis’in egemenliğini kutlamak tuhaf olacağından 17 Mart 1981 tarihli yasayla, 23 Nisan’ı sadece “Çocuk Bayramı” olarak ve resmi tatil olmadan anmayı kararlaştırıyor….            Aynı yasa ile, “27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı” ile “1 Mayıs Bahar Bayramı”nı da kutlanmamasına karar veriyorlardı….        küresel oyun kurucularının oyun kuralları ile, Ulusal egemenliğin hiçe sayıldığı günler… Toplumu dönüştürme, toplumu dizayn etme, toplumu afazileştirme girişimleri!….        İyi de kutlanmasını yasakladıkları bayramın genetik kodları Kuvayı Milliye Ruhunu dayanmaktaydı. Bu nedenle yok etmek mümkün değildi!...İşte bunu unuttular!....        Ne demekti "Kuvayı Milliye ruhu?" Ulusal güçlerin bütün milletçe benimsenme ve özümsenmesinden oluşan bir ruh, ulusal bir kükreyiş demekti bu. Yunanlılar 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkmış, Anadolu'nun içlerine doğru ilerliyordu. Millet her yerde tedirgindi. Yer yer "Müdafaa-i Vatan", "Müdafaa-i Hukuku Milliye", "Vilayatı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk", "Reddi İlhak" gibi«türlü adlar altında dernekler kurulmuştu.        Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında, direniş odaklan böyle dağınık ve güçsüzdü. Mustafa Kemal'in parolası "Kuvayı Milliyeyi âmil, iradeyi milliyeyi hâkim kılmak" idi. Bu parola Amasya buluşmasından Erzurum Kongresi'ne, oradan Sivas Kongresi'ne ulaştı. Sivas Kongresi 'nde, yurttaki bütün müdafaa-i hukuk dernekleri"Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirildi; "Kuvayı Milliyeyi âmil, iradei milliyeyi hâkim kılmak" (Ulusal güçleri harekete geçirmek, ulusal istenci egemen kılmak) sloganı Amasya'dan Erzurum'a, Erzu-rum'dan Sivas'a, oradan da Ankara'ya ulaşarak ilk Büyük Millet Meclisi'nin de parolası oldu.       ilk Meclis'in, Kuvayı Milliye ruhunu temsil etmesinin nedenide budur. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin birinci devresi 23 Nisan1920'de başlayıp eylemli olarak 21 Mayıs 1923 tarihine kadar sürdü; ama hukuksal olarak İkinci Meclis'in işe başlama tarihi olan 11 Ağustos 1923'e değin görevi bitmedi. Bu devreye "İlk Meclis" denmekte. Buradaki "devre" sözcüğü "seçim dönemi" demektir. Osmanlıcada buna "devre-i intihabiye" denirdi. Görevi üç yıldan biraz fazla süren bu Meclis'e Birinci Meclis ya da İlk Meclis denir. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı Mustafa Kemal Paşa'nm önderliğinde bu Meclis sürdürmüş ve kazanmıştır; önemi bu yönden çok büyüktür. Seçimlerin yenilenmesiyle oluşan İkinci Meclis, 11 Ağustos 1923'te göreve başlayıp eylemli olarak 26 Haziran 1927 tarihine kadar sürer. Hukuksal olarak ise görevi, yeni seçimler sonunda gelen Üçüncü Meclis'in işe başlama tarihi olan 1Kasım 1927'ye değin devam eder. Üçüncü Meclis'in görev süresi ise 1 Kasım 1927'den başlayıp1 Kasım 1931'de biter.          Meclis'in ilk açıldığı gün olan 23 Nisan 1920'den 1 Ocak 1929 tarihine kadar her üç Meclis 'te Cumhuriyet tarihinin en ilginç ve önemli meclisleridir: Birinci Meclis, "Milli Mücadele Meclisi", İkinci ve Üçüncü Meclisler ise "Siyasal ve toplumsal devrim meclisleri "dir.         Genetik kodlarında  Kuvayı Milliye Ruhunu  taşıyan , yok etmek mümkün olmayınca  da adı  “23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı”na...dönüştürülen büyük önderin büyük projesi…Dünün ve bugünün büyükleri, çocuklara nasıl bir dünya, nasıl bir Türkiye bıraktılar ve bırakıyorlar? mutlu Türkiye mi?!...; hazinesiyle güçlü Türkiye mi?..; ekonomisiyle büyük Türkiye mi?!..        Cumhuriyetimizin 100. yılında, büyük önderin  işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine ulaşma hedefi doğrultusunda hayallerimiz vardı. Bu hayallerimizi birlikte okuyalım:         •bilim ve teknolojiye hakim,         •teknolojiyi bilinçli kullanan ve yeni teknolojiler üretebilen,         •teknolojik gelişmeleri toplumsal ve ekonomik faydaya dönüştürme yeteneği kazanmış            bir "refah toplumu" oluşturabilmek için yaratılacak hedef değerler:    Dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi arasına girmek. Yıllık GSYH’yı 2 trilyon dolara çıkarmak. Kişi başına düşen milli geliri 20 bin doların üzerine çıkarmak. 500 milyar dolarlık ihracat yapmak. İhracatta ileri ve yüksek teknolojili ürünlerin payını yüzde 20’lere çıkarmak. İnşaat malzemeleri ihracatında 100 milyar dolarla dünyada ilk üç arasına girmek. Orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü olmak. 46 milyon turist ağırlamak ve 50 milyar dolar gelir elde etmek. AB’ye tam üyelik kabul edilirse 63 milyon turist ve 86 milyar dolar gelir elde etmek Dünya çapında turizm kentleri oluşturmak. İç turizm pazarından 20 milyon kişinin yararlanmasını sağlamak. Ekonomik sıkıntılardan tamamen uzaklaşmak. Gelir dağılımını daha adil bir hale getirmek. Demokrasi ve hukuk ilkelerini tam işler hale getirmek. Büyüme oranlarını sürdürülebilir olarak ortalama yüzde 7’ler seviyesine yükseltmek. Cari açığı kapatarak cari fazla vermek. İşsizliği çok düşük mertebelere çekmek. Yoksulluk sınırının altındaki nüfusu azaltmak. Çok yüksek insani gelişme kategorisine çıkmak. Avrupa Birliği’ne tam üye olmak. Ortadoğu’da lider ülke olmak. İstanbul’u dünyanın önemli finans şehirlerinden biri yapmak. Orman varlığını, ülke toplam alanının yüzde 30’una çıkarmak Mevcut ormanları geliştirmek, verimliliğini artırmak ve alanlarını genişletmek. Meteoroloji alanında bölgesel merkez olmak. Tüm özel çevre koruma bölgelerinde 2023’e kadar karasal ve denizsel alanlarda biyolojik çeşitlilik tespit çalışmalarını bitirmek. Tüm nesli tehdit ve tehlike altında olan endemik, gösterge türlerin korunmasını sağlamak. Yenilenebilir enerji kaynaklarını en az yüzde 30 seviyesine çıkarmak. Rüzgar enerjisinde 10 bin MW (megavat) kurulu kapasiteye ulaşmak. Jeotermal kaynakların tamamını kullanmak. 5 bin MW küçük hidroelektrik santrali kurulu kapasitesini sağlamak. 60 milyon kapasiteli 1, 30 milyon kapasiteli 2, 15 milyon kapasiteli 3 havalimanı yapmak. Türkiye’yi havacılık üssü yapmak. Olimpiyat, Dünya Futbol Şampiyonası ya da Avrupa Futbol Şampiyonası gibi bir büyük organizasyona ev sahipliği yapmak. EXPO fuarına ev sahipliği yapmak. Bölünmüş yolları 32 bin kilometreye çıkarmak. Kuzey-güney karayolu koridorlarını iyileştirmek. Yerleşim merkezlerine çevre yolu yapmak. Kuzey Marmara Otoyolu, Tekirdağ-Çanakkale- Balıkesir Otoyolu, Ankara-Delice Otoyolu, Ankara, İzmir Otoyolu, Sivrihisar-Bursa Otoyolu, Afyon- Antalya Otoyolu, Ankara-Niğde Otoyolu, Şanlıurfa- Habur Otoyolu, Aydın-Denizli-Antalya Otoyolu, İstanbul-Ankara-Kafkasya ve İran Otoyolu, Şanlıurfa-Diyarbakır Otoyolu’nu yapmak. 24 yeni karayolu yapmak. Karayolu Akademisi kurmak. Tüm liman ve OSB’lerin bölünmüş yollarla bağlantılarını oluşturmak. Rize-Mardin Otoyolu’nu inşa etmek. Türk Otomotiv Kurumu’nu kurmak. Liman ve deniz tesislerini ulusal ulaşım ve trans Avrupa ağlarına entegre etmek. Yeni liman projeleriyle transit ülke olmak. Elleçleme kapasitesini 32 milyon TEU, 500 milyon ton kuru yük, 350 milyon ton sıvı yük ve 15 milyon yolcuya ulaştırmak. Yurtiçi taşımacılıkta denizyolunun payını yüzde 15’e (ton/km), konteynırlaşma oranını yüzde 15’e (TEU) yükseltmek. Gemi inşa sanayisinde 10 milyar dolar inşa geliri ve yeni istihdam alanları oluşturmak. Katma değeri yüksek, ileri teknolojili gemiler inşa etmek. Marmara Denizi’nde kuzey-güney, doğu-batı ulaşımları için modern, fonksiyonel ve intermodal taşımacılığa uygun 2 veya 3 katlı araç yükleme boşaltma imkânları olan Ro-Ro terminalleri inşa etmek. Kısa mesafe deniz taşımacılığına yönelik, Karadeniz ve Akdeniz limanlarına sefer yapan Ro-Ro, Ro-Pax filosu kapasitesini artırarak hatları çeşitlendirmek. Tersanelerin yoğunlaştığı yerlerde organize yan sanayi bölgeleri oluşturmak. 200 adet balıkçı barınağının 55’ini kademeli olarak yat limanına dönüştürmek. Deniz ticaret filosunu modernize edip, dünyanın en büyük 10 limanından en az birini inşa etmek. Denizcilik ekonomisinde Ar-Ge’nin payını, ulusal hedefe paralel yüzde 2 seviyesine çıkarmak. Türkiye’nin kıyılarını dünyanın en temiz kıyıları arasına taşıyacak etkin bir çevre yönetim sistemi kurmak. Birbirine yakın iskeleleri ihtisas limanlarına dönüştürmek. Gemi inşa sanayisinde yüzde 80 yerli katkı payını yakalamak. Kent içi ulaşım sistemlerini AB standartlarına uyumlu hale getirmek. Engelliler ve fiziksel hareket kısıtlılığı olanlar için ulaşımda planlama ve tasarım standardı oluşturmak. Raylı sistemlerde yerli sanayiyi teşvik etmek. Kent içi trafikte enerji dostu, çevreye duyarlı doğalgaz-hibrit araç kullanmak, deniz-iç suyolu ulaşımını toplu taşımayla entegre edip iyileştirmek. Kentlere özgün otopark yönetim sistemi kurmak. 22 Eylül’ü ‘’otomobilsiz’’ gün ilan etmek. 6 bin 792 kilometre yeni yüksek hızlı tren ağı inşa etmek. 4 bin 707 kilometre konvansiyonel yeni hat inşa etmek. Başkentray projesini inşa etmek Egeray projesini tamamlamak, demiryolu araç filosunu yenilemek Demiryolu Araştırma Enstitüsü kurmak. Demiryolu payını yolcuda yüzde 10, yükte yüzde 20 artırmak. Uçak-dolmuş-taksi işletmeleri kurmak. Deniz, göl gibi yerlere yakın turizm yerleşim merkezlerine hitap edecek deniz hava araçlarını kullanmak, bu alanda gelişim sağlamak. Türkiye’nin uluslararası uydu projelerinde yer alması için gerekli çalışmalar yapmak. Hava kargo taşımacılığına uygun havaalanlarını serbest bölge ilan etmek. Yerli imalat olarak en az 2 tip uluslararası bilinirliği olan tek-çift motor pervaneli ve çift motorlu hafif jet uçağı üretmek. 100 geniş gövde, 450 dar gövde ve 200 bölgesel uçak olacak şekilde 750 uçaklık bir yapıya ulaşmak. Kendi uydusunu uzaya yerleştirecek teknolojiye sahip olmak. Yaylaları, turbo-prob uçuşlarına imkan veren havaalanlarıyla entegre etmek. Posta Düzenleme Kurumu kurmak. Bilişimin hacmini 160 milyar dolara çıkarmak. Genişbant internet abone sayısını 30 milyona ulaştırmak. Uluslararası bilişim şirketlerinin Ar- Ge merkezlerinin Türkiye’de kurulmasının sağlanması amacıyla “Bilişim Vadisi OSB projesini gerçekleştirmek. Avrupa’nın çağrı merkezi üssü olmak. Küresel bilişim teknolojileri pazarında söz sahibi en az bir ulusal şirkete, en az bir ulusal markaya, tasarım ve standardıyla bize ait en az bir ulusal ürüne sahip olmak. Türkiye’nin ilk savaş uçağını tamamlamak. Otomotiv sektörünün 5 milyon araç üretmesini ve 125 milyar dolarlık ihracat yapmasını sağlamak. Yaklaşık 10 milyar dolarlık yaş sebze ve meyve ihracatı yapmak. Hazır giyim sektöründe 60 milyar dolarlık ihracat yapmak. İçme, kullanma ve sanayi için 38.5 milyar metreküplük su kapasitesi yaratmak; su sıkıntısını ortadan kaldırmak. Tüm sulanabilir arazilerin sulanmasını sağlamak. İstanbul’da TEM Otoyolu üzerinde Silivri, Selimpaşa, Bahçeşehir, Avcılar, Kavacık, Ataşehir ve Kurtköy’de cep otogarları yapmak. Avrupa yakasında Silivri-Büyükçekmece Gölü aksında ve TEM Otoyolu arasında kalan bölgeyi; Silivri’nin batısında Değirmenköy, Çanta ve Hadımköy ile Kayabaşı ve Ispartakule’yi; Anadolu yakasında ise Maltepe, Orhanlı, Şile ve Ağva’yı gelişmiş alanlar haline getirmek. Enerji köprüsü haline gelmek. Petrol ve doğalgaz aramalarını artırıp enerjide dışa bağımlılığı ortadan kaldırmak. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem gören şirket sayısını 1.000’e ulaştırmak, nüfusun yüzde 10’una yakın yatırımcı olmasını sağlamak. Okullaşma oranlarını ilköğretim ve ortaöğretimde yüzde 100, yükseköğretimde ise yüzde 50 seviyesine çıkarmak. Teknoparkların etkinliğini artırmak için bölgelerde sağlanan destek, teşvik ve istisnaları 2023’e kadar uzatmak. Ülke nüfusunun yaklaşık 5’te birinin yaşadığı İstanbul, 2023’te 16 milyonu aşacak. Başkent Ankara’nın nüfusu 5.5 milyona, İzmir’inki 4.5 milyona, Bursa’nınki ise 3.4 milyona ulaşacak.    Bu hayallerimizi ne kadar gerçeğe dünüştürebildik sorusunu siz yanıtlayın. Umudu yitirmeden: Bu hedeflere ulaşmak için, bu vatan için ,bu millet için   bu hedeflere ulaşmak için hep üretin, hep emek sarfedin!...     Bu vatan için, bu bayrak için canını bile esirgemeyen!...      Kadim değerlere bağlı tüm üreten insanlar için!... - Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik...  - Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik / Aktolgalı beylerbeyi haykırdı ilerle / Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle.....,  Öyleyse çalsın mızraklar, bandolar; öyleyse çocuk balolarında sevinç çığlıklarımızla kutlayalım bu başarıları... Büyük Önderin ilk harcını attığı bağımsızlığı, kutsal bir bayrak gibi elden ele taşıdık; bu bayramları, bu törenleri hakettik çünkü; kutlayalım; kutlayalım hep birlikte: - Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan... kutlayalım; çocukların, özgür ve egemen olacak çocuklarımızın bayramlarını kutlayalım!.. Sonsöz: Çocuklar hep gülsün demekle, çocuklar gülmüyor. Buna emek vermek gerekiyor. O emeğin en yoğununu Büyük Önder verdi. Her erişkine yaşanacak ülke emanet edip onu çocuklar için yaşanacak halde tutma ödevi verdi. "Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur." Vatan , Şehitlerimizin bize emanetidir. Vatan,Oğuzhandır, Vatan Atilla'dır, Vatan  Sultan Alparslan'dır. Vatan, Sultan Mehmet Han'dır. Vatan, Mustafa Kemal Atatürk'tür...Saygıyla. Aklı, bilimi ve ahlaki değerleri rehber edinerek yaşatan Bizi biz yapan, o muhteşem değerlerimizin önünde saygıyla eğiliyor, ve diyorum ki; Allah bize yar olsun, Türk’ün özü var olsun.. Ulusal değerlere, Cumhuriyet ilkelerine sahip çıkılan nice bayramlar olsun.. Bayramınız kutlu olsun !.. Günleriniz hep aydınlık olsun!..  Yüreklerindeki sevgi daim olsun!..  Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" Kadar temiz olan tüm insanların!.. Sağlıcakla kalın!...        OE -22.04.2013  

Radikal Blog‘ da ki Denemelerimden (6) Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir!...

22 Nisan 2011, 18:07   İlk söz: Egemenlik, Ulusun kendi yazgısını belirleme hakkıyla kendi kendini yönetme yetkisini ulusal istençle edinme olgusu ve laikliğin kurumsallaşmasıdır.Mlli Egemenlik Ulusal Onurdur.  Hıfzı Veldet hoca, “İlk Meclis" (Çağdaş Yayınları, 1990) bunu ayrıntısıyla anlatmakta.Birlikte ökuyalım:  23 Nisan 1921, T.B. M. M’nin açılışının 1. yıldönümü. O gün İçel Mebusu Şevki Bey ile Manisa Mebusu Refik Şevket Bey, 23 Nisan’ın, eski tabirle “ayad-ı milliyeden”, yani milli bayram ilan edilmesini isteyen bir öneri verirler.  Öneri görüşmeye açılır. Konya Mebusu Vehbi Bey itiraz eder: “Efendiler! Rica ederim, böyle bir kanuna ne ihtiyaç vardır? Nümayiş yapmakla bayram olmaz. Ulusumuz İzmir’e o mübarek bayrağımızı diktiğimiz gün, yüreğinde gerçek bir bayram yaşatır.”  Tabii tartışma çıkar. Kırşehir Mebusu Yahya Galip, itiraz sahibi Vehbi Bey’e, “Hoca efendi hazretleri! Bugünü gökteki melekler bile yüceltiyor, siz neden yüceltmek istemiyorsunuz?” der.  Salon karışır. Yahya Galip iyice yüklenir: “Ne vakit böyle bir milli bayram olur, memleketin sevinçli anları olur, bunun içine hemen ‘ahlakı İslamiye’ sokarlar. Her gün, her fırsattan yararlanarak temcit pilavı gibi bunu söylemekten ne çıkar, ben anlamıyorum.” Mahmut Celal, onu destekler: “Rica ederim bu, bütün Müslümanlar için büyük bir gün değil midir?” Trabzon Mebusu Ali Şükrü, konuyu isim vermeden Mustafa Kemal’e getirir:  “Efendiler! Meclis’in kendi kendine ‘Burada toplandığım günü bayram yapıyorum, siz de bayram yapın’ demesi uygun değildir. (..) İşi bütün ulus yaptığı halde bu başarı doğrudan doğruya bize mi aittir? Mesela bir ordunun başarısı bir kumandana mı ait olacaktır?”  Son sözü, teklif sahibi Refik Şevket söyler:  “Koca bir tarihi canlandırma şerefini üzerine alan Meclisimiz bugünü elbette kutsallaştıracak ve bunu torunlarına yadigâr bırakacaktır. Bugünü ‘ayadı milliye’den sayan teklifimin oybirliğiyle kabulünü rica ediyorum.” Tunalı Hilmi, “’Milli bayram’ diyelim” diyerek Türkçeleştirir. Teklif kabul edilir ve kabul edilen kanun gereği 23 Nisan resmi tatil olduğundan oturum kapanır.         O günden beri -2 yıl eksiğiyle- 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’dır.  Acaba  neden iki yıl eksiği ile?... Bu sorunun cevabı ilgili linkte ki yazımda https://goo.gl/Ku4LrR   Meclis'in ilk açıldığı gün olan 23 Nisan 1920'den 1 Ocak 1929 tarihine kadar her üç Meclis 'te Cumhuriyet tarihinin en ilginç ve önemli meclisleri: Birinci Meclis, "Milli Mücadele Meclisi", İkinci ve Üçüncü Meclisler ise "Siyasal ve toplumsal devrim meclisleri " Bu notumuzda burada kalsın,,,,, Büyük  önder halkıyla bütünleşerek, Cumhuriyet’i özgür ve egemen yaşam iradesi ile bayraklaştırdı. Amasya Genelgesi’nden sonra Erzurum ve Sivas Kongreleri ve bu kongrelerde alınan kararlar… Ulusça kazanılan kurtuluş savaşının Ulusun temsilcilerine devredilmesi… “TBMM Orduları”(*) denmesi ve demokrasinin çağdaş açılımı olarak ulusun ayrılmaz, koparılmaz bir parçası azlığın da temsil etmesi ve, Geleceğin temeli olarak da yaşama geçerilmesi… Bu arada unutmadan, 'Tek Millet' olan 'Türk Milleti', bir etnik aidiyeti değil siyasî kimliğimiz… Türk Milletine mensup her fert, etnik kimliği, dini, mezhebi ne olursa olsun 'Türk Vatandaşı'…. 'Tek Bayrak' 'Türk Bayrağı'; 'Tek Vatan', Türk Milleti'nin yaşadığı coğrafya olan 'Türkiye'dir. 'Tek Devlet' de 'Türk Devleti', yani 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti'. TBMM ,  Ulusal  yürüyüşün, ulus bilincin kendi kendini yönetme iradesinin insan hak ve özgürlüklerine dayanan, ahlak ve sorumlulukla sınırlı hukuksal biçimlenmesi ve tartışmasız somutlaştırılması. Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirme çabasının tarihsel süreciyle bir uluslaşma, insancıl yaşama olgusu ve yönteminin evrensel ölçütlerle yansıtılması. insan hak ve özgürlüklerine dayanan, ahlak ve sorumlulukla sınırlı saygın bir kavram…. kamu hukukunda değişik kurumların kaynağı.. Cumhuriyet’in geçerli ve gerçek kılacak ülküsü. Karar verme, yönetme-yürütme ve yargılama  hakkının, kısaca  iktidarın Millete verilmesi.. Yargılama yetkisini de, Millet adına, bağımsız mahkemelere verilmesi Ülke topraklarının bütünlüğü, ulusun bir’liği… Kapsamındaki ulusal değerler ve hukuksal gerekler içeren egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milleti’nin olması, Tek Millet olma bilincinin kurumsallaşması… Cumhuriyetle başlayıp demokrasiyle çağdaşlaşması Hukuk devleti yapısının  benimsenmesi.    Millet bilincinin ve kendi kendini yönetme iradesinin Anayasa kurallarıyla güvenceye bağlanması, Egemenlik hakkı, ulusun varlık nedeni, cumhuriyetin özgün niteliği, devletin onuru. Egemenliğin bağsız-koşulsuz Milletin  olduğu, 1921 Anayasası’nın 1., 1924 Anayasası’nın 3., 1961 Anayasası’nın 4., 1982 Anayasası’nın 6 vurgulanmış.. 1982 Anayasasında ki ilgili maddeyi birlikte okuyalım: Egemenlik MADDE 6. – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. VII.  Yasama yetkisi MADDE 7. – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” Parlamento, siyasal oluşumun ve gücün odağıdır. Anayasal kaynağı belirlemek yönünden egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılacağı açıklığı getirilmesi, böylece güçler ayrılığı ilkesi nin teyit edilmesi. Egemenliğin kurulması, hiçbir biçimde kişiye, kesime ya da sınıfa bırakılamayacağının genetik olarak kodlanması Ulusun devletinin öğesi ve sahibi düzeyine gelmesi. Yetki, kurum ve kişilerde değil, ulusun kendisine verilmesi... Çoğulcu, katılımcı, kurallar ve kurumlar düzeni olan demokrasi, ulusal egemenliğin ulusal irade ile belirlendiği yaşamın ötesinde, bir öz ve bir hukuksal yapı. Uygarlık çizgisindeki seçkin bir yer ediniş Ulusal egemenlik ülküsünün sürdürülebilirliği  için çocuklara armağan… 23 Nisan'da "ÇOCUĞUZ", 19 Mayıs'ta "GENCİZ", 30 Ağustos'ta "ZAFERİZ", 29 Ekim'de ise "CUMHURİYETİZ". Cumhuriyet ve Demokrasi ona layık olanların, ona sahip çıkanların hak ettiği bir yönetim biçimi. Ulusal değerlere, Cumhuriyet ilkelerine sahip çıkılan nice bayramlar olsun.. Bayramınız kutlu olsun !.. Son Söz: Duvarımda ve masamda her zaman resmini eksik etmediğim Büyük Önder ; ben de koltuğumda büyük adam gibi oturan torunlarım da sana minnettar. İnşallah onların çocukları da seni saygıyla ,sevgiyle ve minnetle anacaklar. Ululaştırarak ve masal kahramanı haline getirerek değil, kalpten severek ve teşekkür ederek, Atatürk diyecekler...   Türkiye, ilelebet pâyidar olacaktır ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ismini değiştirmeye hiçbir küresel güç  muvaffak olamayacaktır. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün  ilk kez 10. Yıl Nutkunda söylediği gibi;  "Ne mutlu Türküm diyene!..." Sağlıcakla kalın... Yüreğinizdeki sevgi daim olsun! Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz kadar temiz tüm insanların,  günleri hep aydınlık olsun! -------------------------------------------------------------------------------------- (*)Türk Ordusu, tarihin her safhasında, âdeta, Türk Milletiyle özdeşleşmiş, Türk Ordusu denince Türk Milleti, Türk Milleti denince Türk Ordusu akla gelmiştir. Bu ordu-millet kavramı, Büyük önder "Türk Ordusu, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir" diye kısa ve veciz açıklamalarıyla tarif etmiştir..

Radikal Blog‘ da ki Denemelerimden (7)“kurumsal Dalkavukluk ve Toplumsal Afazilik“

Kurumsal Dalkavukluk ve Toplumsal Afazilik 5 Aralık 2011, 12:55 (*) İlksöz: "Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar."Bir Kurumda / Ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar, dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha verimli olursa o Kurum / Ülke batar. Hay hak! Perde kurduk, ışık yaktık / Gösterimiz gölge, hayal / Gerçeğin aynasıdır bu / Sanılmaya martaval / Bu perde, başka perde / Gölge oyunu perdesi / Karagöz’ü sevenlere / İşte Karagöz perdesi” Bu maniyle başlar “Karagöz ve Hacivat”. Ama önce anlatılacak konuya pek ilintili olmayan ilginç gölgeler geçer perdeden. Fonda ise mutlaka bir müzik çalar. Bu başlangıç bölümü, bir ucuna gerilmiş sigara kağıdı bağlanan “nareke” adındaki kamış düğün cırlak sesiyle sona erer. Tef eşliğinde Hacivat çıkar sahneye ve onun giriş manisini söylemesiyle de oyun başlar. İkinci aşamada Hacivat, perde gazeline başlar. Bu gazelde mutlaka hem felsefi hem de siyasi bir tema vardır. Daha sonra Hacivat, uyaklı bir beyit daha söyler ve nihayet Karagöz perdede belirir. Hacivat’la bir itiş-kakış... Hacivat kaçar. Karagöz yere uzanır ve başlar Hacivat’a verip veriştirmeye. Oyun, yan karakterlerin de katılımıyla, ön planda Hacivat’la Karagöz’ün, iki farklı kültürün örneği olan iki kahramanın, didişmesiyle sürer gider...Oynayan Karagöz’dür amma bu ibret perdesi... Dalkavukluk, [Sycophantic attitude// WürdelosesSchmeicheln: Kriecherei]: (Yalakalık; müdahenet): Arapça sözcük... Arapça dhn kökünden gelen mudāhanat مداهنة  "birini yüzüne karşı övme, dalkavukluk" sözcüğünden  alıntı.Arapça dahana دهن  "yağladı, yağ sürdü" fiilinin mufā'alatvezni (III) masdarıdır.öyle yazıyor kitaplar.....     ‘Daha çok dünyevi ve madde menfaat sağlamak ve itibar kazanmak maksadıyla, önemli kabul edilenbirilerine hoş görünme, özellikle mevki sahibi kişilerin yüzüne gülme,riyakar tutum sergileme, abartılı ve yersiz övgülerde bulunma, güçlüleri,haksız da olsalar desteklemek anlamlarına gelen anti-sosyal ve nahoş bir tutum ve davranış biçimi...’ Yalaka, dalkavuk, çıkar beklentisi ile çıkar sağlayabileceğini düşündüğü kişileri ikiyüzlülükle aşırı övendir. Yalakalığın bir çeşitlemesi olan şakşakçılıkta da başkalarına da benimsetme amacıyla çıkar beklenen kişiye övgü düzmek temel güdüdür. Şarlatan, bilgili gözükerek, yaptıklarını abartarak, ağız kalabalıklığıyla çevreyi aldatarak kendine yarar sağlayan kişidir. Şaklaban, gülünç düşmeye, onursuzluğa katlanarak, sözleriyle, davranışlarıyla ulaşmak istediği kişi ve çevrelere hoşça vakit geçirterek yanaşan kişidir.  Yaşamımızın her alanında   gözlenen davranışlar, düşünürlerin, yazarların özlü deyişlerini çağrıştırmaktadır.Birlikte okuyalım: Dehri arasan binde bir adem bulamazsın Adem görünen harları adem mi sanırsın Ziya Paşa Aptallık genelleştiğinde hamakat görünmez olur. Bertolt Brecht Aptallar akıllılardan çok az şey öğrenebilir, akıllılar ise aptallardan çok şey öğrenir İnsan ne kadar az düşünürse o denli çok konuşur Montesquieu Ehil insana canım feda olsun Ayağı öpülse öperim onu Hele git bir cahille konuş Cehennem ne imiş görmüş olursun Kendilerini önemseyen, üstün niteliklere sahip olduğu sanısına, yanılsamasına, kuruntusuna kapılanların gerçek değerini, Kaygusuz Abdal “bir cim çıkmaz eğer karnını yararsan, camiye gelir de erkân beğenmez” dizesiyle ölçmüştür.  Günümüzden yaklaşık 2 bin 500 yıl önce yaşamış Sinoplu Diyojen’in (Kynite Diogenes) Atina sokaklarında gündüz elinde fenerle ne aradığını soranlara “insan, insan” haykırışını unutmamak gerekir.  Alıntılar, anekdotlar, bireyin kendini değersizleştirmesine, küçük düşürmesine, alçalmasına karşı insan onurunu korumaya yönelik tepkilerdir. Kişi için en değerli erdem artam, onurlu olmaktır. Özgür olmanın, çalışkanlığın, kamu yararı gözetmenin, başarıya odaklanmanın, cesaret göstermenin, ödün vermemenin temel güdüsü kişinin onurunu korumasıdır. Onurlu kişi sözünün eridir, tutarlıdır. “Yanlış anlaşılma, amacını aşma, kamu baskısı, genel istek” gibi özürlerin arkasına sığınarak sözlerini, hareketlerini tevile, sözünü çevirmeye kalkışmaz. Doğru bildiği yolda tek başına kalsa da yürür. Onurlu kişi, övünmez, alçakgönüllü, özgeci davranır. Yunus Emre “Er odur ki alçak dura, yüceden bakan göz değil” dizeleri ile alçakgönüllü olmanın erdemini ifade etmiştir. Şair Sadi de “meyvalarla yüklü dal başını yere serer” dizesiyle bu görüşü paylaşmıştır. Atalarımızın “Boş başak dik durur” gözlemi de bu yöndedir.  Dünyanın en ünlü drama yazarının dünyayı bir sahne olarak görmesi gibi, bizlerinde çalıştığımız yeri,yaşadığımız kenti, yaşadığımız ülkeyi, üstelik  seyirciside olan bir sahne olarak görebilmek bir dünyanın betimi bir bakışın betimidir. Bu sahnede oyuncular, sıraları geldiğinde sahneye çıkmakta, rollerini yapıp, oyunlarını oynayıp ve bittiğinde sahneden de, tiyatrodan da çıkarlar ama…Bizim(Dalkavuk) seyircilerimiz,  değil tiyatrodan çıkmak, koltuklarından bile kalkmazlar. Onlar, biraz önce biten oyunu seyrettikleri hareketsizlikleri ve  sessizlikleriyle, biraz sonra oynanacak yeni oyunun başlamasını beklerler. Ve oyuncular sahneye adımlarını atar atmaz, onlar da yerlerinden yay gibi fırlayarak ayağa kalkarlar ve ellerinin tüm gücüyle yeni oyunun, yeni oyuncularını alkışlamaya  başlarlar. Bizim Dalkavuk seyircimizin  sayısız özelliklerinden biri de bu uygulamadır. Biten oyunun oyuncuları yerine, başlayacak oyunun yeni oyuncularını alkışlamak önsezisine, dünyanın başka hiçbir ülkesinin seyircisi sahip değildir. Çünkü bu sahnesinin seyircileri, sahneden çekilen bir oyuncudan hayır gelmeyeceğini bilecek denli ileri görüşlüdürler(vizyon sahibidirler )  . Bu nedenle  enerjilerini, gideni alkışlayarak boşa harcayacakları yerde, sahnede “sil baştan yeniden” oynanacak  yeni oyunun, yeni oyuncularını alkışlamak için kullanmanın daha akıllı bir yatırım olacağının bilincindedir. Bu sahnenin seyircilerinin bir ilginç özelliği de, seyretmek  istedikleri oyunu seçmek zahmetine  katlanmamalarıdır. Karşısındaki sahnede ister komedi oynansın, ister dram, ister trajedi oynansın, Bu sahnenin seyircileri, karşılarında oynanan tüm oyunları gözlerini bile kırpmadan, parmak uclarını bile kıpırdatmadan, bir televizyon dizisi seyredercesine büyük bir ciddiyetle seyretmeye zaten peşinen hazırdırlar. Zaman zaman da olsa içlerinden bir ya da iki üç kişli ayağa kalkıp da, “Biz bu oyunu yıllardır seyrediyoruz… Bırakın bizi uyutmayı da bir takım yeni, çağdaş hareketler yapın artık” diyecek olsa, tiyatro güvenlik kuvvetlerinin o kişilerin üstüne acımasızlıkla saldırmaları karşısında bile Bizim sahnenin seyircileri seslerini  yükseltmezler, rahatlarını bozmak istemezler. Aslında hiçbiri kendi rahatını düşündüğü için susuyor değildir.  Bakın, ne diyorlar: “Viran olası hanede” diyorlar...  “evlad ü ıyal var “diyorlar...(*) Birşeyler daha diyorlar ama... Ses çok zayıf geliyor... Kulak kabartalım; dinleyin: “Aramızdan öne fırlayıp, bizi uyarmaya çalışan cesur yürekli aydınlarımızı gördükçe, içimizden bir anda bizim de ayağa kalkıp, onları coşkuyla alkışlamak ve yüksek sesle ‘Yaşayın...Bravo size... Her zaman dimdik yanınızdayız’ diye haykırmak gelmiyor değil... Gelmesine geliyor da...  Biliyorsunuz durumları... Hak verin...” *** Sahneye bakıyorsunuz, roller aynı, oynanan oyun aynı, yalnızca oyuncular değişik... Başını da biliyoruz, ortasınıda biliyoruz, sonunu da biliyoruz biz bu oyunun ama…Seyircilere bakıyorsunuz, her biri bir heykel kıpırdamazlğında... Herbiri bir heykel hareketsizliğinde... Herbiri bir heykel sessizliğinde... “Hişt, hişt” demek geliyor insanın içinden. I-ııh..  “Bu ne dikkat, bu ne ciddiyet…Bir televizyon dizisi değil ki bu seyrettiğiniz…”Hııı? Bu sahnenin Dalkavuk  seyirciler, oturdukları yerde sessiz ve hareketsiz oturuyorlar. Tek umudumuz, yeni oyunu oynayacak yeni oyuncuların sahneye çıkmasında... Çünkü, ancak onlar sahneye çıktıklarında anlayabileceğiz seyircilerimizin Yaşayıp  yaşamadıklarını  yerlerinden yay gibi fırlayarak ayağa kalkmalarından ve ellerinin tüm gücüyle yeni oyunun, yeni oyuncularını alkışlamaya başlamalarından…      Dalkavukluk” aşağılayıcı bir kavram olarak kullanılmakla birlikte, geçmişten günümüze şekil değiştirerek varlığını devam ettirmekte. Çıkar sağlamak amacıyla başkalarına saygı ve hayranlık gösterisi yapmak, yaranmaya çalışmak, dalkavukluğun en belirgin nitelikleri. Osmanlı sarayında “muhasip” sohbet eden, “nedim” birlikte yenilip içilen, yarenlik yapılan kişilerin yanında birde “dalkavuk” görevi yapan kişiler bulunmaktaydı. Ayrıca aynı dönemlerde zenginleri eğlendirmek, kaprislerini çekmek, onların eziyet verici şakalarına katlanarak dalkavukluk yapmak bir meslek olarak sürdürülüyordu. Sarayda dalkavuğun görevi hükümdarın hoşuna giden şaklabanlıklar ve taklitler yaparak onu eğlendirmekti. Dalkavukluk gerek sarayda gerekse zengin konaklarında bir meslek olarak sürdürülmüş ancak günümüzde bir hayat tarzı olarak toplum hayatında, yükselme ve itibar görme aracı olarak bürokraside yerini almıştır.Geçmişte dalkavukluk, toplumsal hayatı veya devlet idaresini etkilemeyen, lokalize olmuş bir meslek alanı ve mizah konusu iken; günümüzde, hayatımızı ve devlet idaresini istila eden kaygı verici bir durum olarak yaşanmakta....  Soru şu: peki kurumsal dalkavukluk ne ? Soruyu yanıtlamadan önce  konuyla ilgili kavramsal/ kurumsal çerçeveye ilişkin ilintili kavramları açıklamakta fayda var. Müptezel olan, bayağı olan, banal olan, renksiz ve ortalama kabul edilen, adi bulunan kimse kaldı mı? Yoksa dünya üzerinde sadece “güçlü” ve “güçsüz” mü var artık? Eskiden, güçlü olduğu halde saygınlığa ulaşamayan, zengin olduğu halde görgüsüz bulunan, düşüncelerini en üst perdeden yaymaya çalıştığı halde orijinalitesi ve ilginçliği eksik olduğu için bunu başaramayan insanlar vardı. Kaldı mı onlar? Pek görmüyoruz. O insanlar yitip gittiğinden değil. Her yer onlarla dolunca, saygıyı güce gösterenler, zenginliğin ta kendisini derinlik bilenler, konuşurken çok bağırmayı ilginçlik ve hakikilik zannedenler kendi dünyalarını yaratıverdiler. Birbirlerini alkışlayıp besliyorlar. Güçlüler sahnede, böbürlenmekle meşgul. Müptezellik, saygınlığını yitirmişlikle ve basitlikle âlâkalıdır. Kibirle bağdaşmaması beklenir. Etrafındaki öncelikler doğru ise, saygın olmayan, basit olan, kibirli olabilmek şöyle dursun, saklanarak yaşar. Saygın olan, saygıyı katma değeri sayesinde alır. Ancak, öncelikler gücü esas alacak şekilde başkalaşırsa, kaynağı ne olursa olsun güce saygı duyanlar sayıca fazlalaşırsa, müptezel kibirliler türeyebilir. Onlar, kibirlerini kendilerini var edenler nezdinde yaşarken beslenip ürerler. Gücü sevenler nezdinde yeni bir sahne kurulur. O sahnede, gücün kaynağı değişiverirse herhangi bir sadakat göremeyeceklerinden, gittikçe daha fazla güce ihtiyaç duyarlar. Güç karşılığında, onlar da o gücü kendilerine verenleri sahneye davet ederek beslerler. Diğerleri, geri kalanlar, bu döngünün dışında olanlar, kurulan bir tuhaf sahnede değil gerçekler icinde yaşayanlar ne yapıyorlar peki? Saygının kaynağını doğru yerlerde, örneğin, bilimde, sanatta, merhamette, hoşgörülülükte, prensiplerde, düşünce derinliğinde, erdemlilikte ve katma değer yaratmakta arayanlar, yani içerikli ve sahici insanlar, kendi sahnelerini kurmakta da, lider üretmekte de, lideri takip etme tutkusunda da çok daha yavaş, seçici ve zayıflar. Gitgide, gücün merkezinden de genel olarak sahneden de çekiliyorlar. Önceliklendirdikleri şeyler gücün ta kendisiyle de, bir liderin şahsıyla da, sahnelenenlerle de ilgili değil zira. Onlar sahneden çekildikçe, müptezel kibirleniyor, banal ukalalaşıyor. İçerikli ve sahici insanların kendilerinin sahneden çekilmekte olması yetmez gibi, kimileri çocuklarının da güç odaklı tuhaf sahnede yer almasını kurguluyor artık. Kuşak geçerken, güce hayranlık ve saygı duyanlar sahnesine kayış izleyeceğiz yani. Çocuklarımız için önemli meselelerden biri olacak bu. Eğer içerikli ve sahici insanlarda çocuklarını yetiştirişleri yönünden gözlenebilen şu yaklaşım ve eğilimler devam ederse, hepimizin çocukları daha da çetin bir “güçten beslenip güce alkış tutanlar” dünyasında, müptezel kibirliler ve banal ukalalar dünyasında, iyice içlerine kapanacaklar. Kendileri müptezele müptezel, banale banal diyebilen, kendileri için güce tutkun olmayan, içerikli ve sahici insanlar, güce yatkın olanlarca kurulan sahnede kendi çocuklarının “kendilerinin yaptığı hataları yapmaması” adı altında, çocuklarını da alternatif sahne cephesinden çekiyorlar. “Zorbalığa maruz kalacağına zorba olsun”, “ensesine vurulup lokması alınır, çetin olsun”, “zarafet zayıflık sanılıyor, biraz öküz olsun”cu ana babalar, kendilerinin ahbap olmayacakları, hayat arkadaşı olarak seçmeyecekleri, öylece tanışsalar zinhar sevmeyecekleri insanları kendi evlatları olarak yetiştiriyorlar. Ne şekilde olursa olsun gücü elde edip kibirli ve ukala olabileceği şekilde çocuk yetiştiren anne ve babalar artıyor. Bu güç heyelanı ortamında çocuğu kendisi olmaya yöneltmenin riski de arttıkça artık insanlar paylaşmayı, teşekkürü, tebessümü, kendi işini kendi görmeyi, erdemi, emek vermeyi, gönül almayı ve kadir kıymet bilmeyi çocuklarına aşılamıyor. Sloganlarla, kolay formüllerle, kestirme yollarla, süreci değil sonucu dert eden düşüncelerle, nobranlığa dayalı itip kakma marifetleriyle donatılmış çocuklar gelecekteki alfa rollerine hazırlanırken, katma değere dayalı, saygıyı bilgide, emekte, sanatta, merhamette, hoşgörülülükte, prensiplerde, düşünce derinliğinde ve erdemlilikte bulan çocuklara da yerleri ve sıfatları yine ana babalarca hazırlanıyor: içine kapanık, utangaç, veya, kaybeden. Gerçekte bu sarmalda kaybedenin kim olduğu, kuşaktan kuşağa gittikçe hızlanan bir erozyonla kaybedilenin ne olduğu, o çocukları kaybeden toplumların neleri ne hızda kaybedecekleri, umursanmadan, bilinmeden. Peki, bu durumla nasıl mücadele edilir? O erozyona karşı ne yapılır? Alternatif sahne nasıl kurulur, korunur? Kolay. Önce, güce hayran olanların savsakladığı sahneyi izlemeyi bırakmak lazım. Aval aval diğer sahnede sahneleneni izlerken ve ona göre pozisyonlanılırken kaybedilen zamanı hayatımızdaki içerikli ve sahici insanlarımıza, eş, dost ve akrabalarımızdan bizim hücrelerimize geçmiş olanlarına, en önemlisi de çocuklarımıza, vermek lazım. Onların önceliklerini doğru kurabildikleri sahneyi ayakta tutabilmelerine, o sahneye getireceğimiz emek, içerik, sevgi ve espriyle destek vermek lazım. Çocukları ve gençleri güce odaklayıp etiketleye etiketleye kudurtmak yerine, sinemize yaklaştırıp sıcaklık ve umut vermek lazım..  Erozyona karşı, tohum ekme ve kök saldırtma işi yapılır. Tam da bunu yapmak lâzım. Yüzeyselliklerden kaçınmak, sloganları ve kestirmeden gidilen sonuçları değil içerikli bilgiyi, uğrunda emek verilmiş kazanımları ve tecrübe edindiren süreçleri beğenip öven tavrı korumak lazım. O tohumları ekmek ve o konularda derinlere kök saldırtmak lazım.ve en önemlisi "vasatlıktan" kurtulmak gerekir. COVID-19 salgınının somut etkileri, ortak aklı harekete geçirdi ama COVID-19’dan daha ölümcül ve daha yıkıcı olan “vasatlık salgınını” gerektiği kadar tartışmıyor ve sorgulamıyoruz. ► Vasatlık, okumadan âlim, gezmeden seyyah olduğuna kendini inandırmaktır. ►Vasatlık, ahlâkın emek istediğini görmezden gelerek, ayrıntı bilgisi olmaksızın yargıya varmaktır. ►Vasatlık, bir inanca, ideolojiye, yerleşik doğruya, kalıp düşünceye ve ezbere aklımızı emanet etmektir.   ►Vasatlık, sorgulamadan alkış tutmak; inancımızın kutsal kitabında, “Hakkında bilgin olmayan şeyin arkasından gitme” hükmünü görmezden gelmektir. ►Vasatlık, kendimiz için olamama, başkaları için değer katamama, harekete geçerek sorunlarla yüzleşmeyi göze alamama korkaklığıdır. Herkese sormak isterim Başta kendime ve erişebildiğim herkese sormak istiyorum: ►Vasatlığın yol açtığı eşitsizlik, kaynak kullanma verimindeki düşüklük, yönetişim niteliğindeki zayıflık COVID-19 salgınından daha önemsiz mi? ►Vasatlığın yarattığı benmerkezci tutumların ve sadece kendi kısa dönemli çıkarlarına odaklanmanın yarattığı Irak’tan Libya’ya, Filistin’den Afrika derinliklerine, Uzakdoğu’dan Güney Amerika ülkelerine “lokal savaş kışkırtıcılığının” neden olduğu ölümler, sürgünler ve eziyetler insanlık için COVID-19 kadar yıkıcı değil mi? ►Vasatlık bencilliğinin depolarda çürüttüğü tonlarca gıda maddesi varken, değişik ülkelerde açlık sınırlarının altında yaşayan binlerce insanın yaşaması, açlıktan ölmelerine ilgisiz kalınması bir insanlık suçu olmuyor mu? İster mitolojik bilinç düzeyinde olalım, ister teolojik bilinç davranışlarımıza yön versin, dilerseniz ideolojik bilincin kolaycı ve kestirme çözümler üretmesinin cazibesine kendimizi kaptırmış olalım, bir an durup “yaşamın anlamı” üzerine düşünmeliyiz. Sistemler yaşamı kolaylaştırmalı Düşünce sistemleri, inanç sistemleri; bilim, teknoloji ve eğitim sistemleri, ticaret sistemleri, finans sistemleri; sosyal, siyasi ve kültürel sistemler, hukuk sistemleri ve yönetişim sistemleri özünde maddi ve kültürel zenginlik üretme, zenginlikleri adil paylaştırma ve yurttaşların güvenli bir yaşam sürdürmelerini sağlama için vardır... Vasatlık bir salgına dönüşmüşse, sistemler gelir eşitsizliği yaratıyorsa, kaynakların kullanımında verimsizlik artıyorsa, kaliteli yönetişim yapmanın bilinen en az zararlı yolu demokrasi zaafa uğruyorsa, hep birlikte vasatlık salgınının aşısını bulmak zorundayız. Ahlâk, karşılaştığımız olay ve olguların ayrıntısını bilmeyi, kendi hakkımızın sınırlarını çizmeyi, insanlık adına kendimize fren koyabilmeyi gerektirir. Ahlâk emek ister. Ahlâk, hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığın düşünce ve eylemlerin peşinden gitmemektir. Ahlâk, kulaktan dolma, doğruluğu kanıtlanmamış duyumların peşinden sürüklenmeden, başkalarının ağzına bakarak değil, kendi irademizle öğrendiklerimizin peşinden gitmedir. Değerleri çürüten mikrop olan vasatlığın sığ ve yarım bilgilerinin peşinde sürüklenmenin karşısına dikilmektir ahlâklı olmak. Bu bağlamda; Kurumsallaşma, şu anda iş dünyasının gündemindeki en popüler konu. Tanımı gereği, bir işin yerine getirilmesinde oluşturulacak süreçlerin belirlenmesive bunun ortak hafızada taşınması demek. Dalkavukluğu, ‘bir işin yerine getirilmesinde oluşturulacak sürecin içine ve daha da beteri, kurumun ortak hafızasına taşımak’ söz konusu olduğunda, artık ‘kurumsal dalkavukluk’tan sözediyoruz demektir. Kurumsal dalkavukluk, bir kültür sorunu. Kültürü ‘toprak’, değerleri de ‘tohum’ olarak kabul edersek, liderin tutumu, işyeri kültüründe, kurumsaldalkavukluğun yeşerip yeşermeyeceğini belirleyen en temel unsur haline gelmekte. Kurumsal dalkavukluğun en tehlikeli yanı, karar verme süreçlerini çarpıtması ve bunun sonucu ortaya çıkan ‘yönetimsizlik’.... Yazı konusu “Kurumsal dalkavukluk” kavramıyla, bürokraside dalkavukluğun yükselme aracı ve muteber bir davranış tarzı olarak benimsenmesi kastedilmekte. Dalkavukluk; gerek günlük hayatta gerekse bürokratik alanda yalakalık, yağcılık, yağdanlık, kemik yalayıcılık, çanak yalayıcılık gibi değişik kavramlarla da ifade edilmekte. Dalkavukluk, günlük dilde aşağılayıcı bir kavram olarak kullanılmasına karşın hayatımızda neden etkili bir davranış tarzı olmakta? Dalkavukluk; makam, servet, güç, şöhret sahiplerine karşı yapılan karşılığında çıkar elde edilen bir davranış şekli. Kişilerin ancak uzun bir çaba, yetenek ve eğitimle elde edebilecekleri çıkarı bir anda elde etmesi dalkavuklukla mümkün olmakta. Dalkavukluk; onur kaygısı yaşamayan, yeteneğine güvenmeyen, çalışmayı sevmeyenler için cazip bir yol olarak görünmekte. Bir ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar, dürüstlüğün sağladığı çıkardan fazla ise orda dalkavukluk yaygın bir davranış haline gelir. Bir bilim adamı “Bir ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar, dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha verimli olursa o ülke batar.” demiş. Kişi iradesini özgürce kullanamıyorsa, özgür bir irade oluşturacak eğitim ve kültürden yoksun yetişmişse potansiyel dalkavuktur. Rahatlıkla iradesini bir güce, bir çıkara yaslar. Sürü toplumlarında dalkavukluk yaygın bir davranış şeklidir. Bizde de “sürüden ayrılanı kurt yer.” “Önde gitme asılırsın, arkada kalma basılırsın.” gibi sözlerle sürüye uyma telkin edilir. Özgür irade kullanımı tehlikeli bir davranış olarak gösterilir.Özgür irade kullanımı aynı zamanda sorumluluk almaktır. Dalkavuk özgür irade kullanmaz. Başka iradenin oyuncağı olarak davranır. Böylelikle hem sorumluluk almamış hem de çıkar sağlamış olur. Kişinin insan onuruna yakışır bir ruh asaletine sahip olması, yaygın tabirle “nokta kadar menfaati için virgül gibi eğilmemesi” dir.Erdemli olma hali; doğruluğu, dürüstlüğü, onuru çıkar duygusunun üstünde tutma halidir. Erdem bizden bedel ister. Erdem karşılığında bazı çıkarlarımız yok olur. Eğer bedelini ödemeyi göze alamıyorsak erdemli olamayız. Shakespeare “İktidar dalkavukluktan hazzetmeye başladığı zaman, şeref daima ayaklar altında ezilmiştir.” der. Gündüzleri Atina sokaklarında elinde fenerle dolaşarak, dürüst adam aradığı söylenen Diyojen’e bir yakını “Eğer krala biraz yakınlık gösterseydin, bu kuru yerlerde yatıp kuru ekmek yemek zorunda kalmazdın.” der. Diyojen ise ona “Sen de kuru ekmek yiyip kuru yerlerde yatmayı göze alsaydın alçak adamlara yalakalık yapmak zorunda kalmazdın.” diye cevap verir. Toplum düzenine adaletin egemen olmaması dalkavukluğun yaygınlaşmasında önemli rol oynamaktadır. Adalet; haklıya hakkını, suçluya cezasını vermek, eşit durumda olanlara eşit davranmak, farklı durumlarda hakkaniyeti gözetmektir. Hukuk düzeninin işlediği bir yönetim biçiminde dalkavukluk yaparak bir makama gelmek mümkün değildir. Hukuk düzeninde bir makama gelmek ancak o makamı hak etmekle mümkün olabilir. Hak etmeden bir makama gelenler karşılığında onurlarını verirler. Dalkavukluk yaparak geldiği makamda eksilen onurlarını, başkalarının da kendisine dalkavukluk yapmasını zorlayarak telafi etme yoluna girerler. Böylelikle yönetimde yukardan aşağı doğru bir dalkavuklaşma yayılır Neyzen Tevfik bir şiirinde “Asrın bir umdesi var, hak kapanındır./Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır./Geçmez ele bir paye, kavuk sallamayınca,/Kürsi-i liyakat p……k, p…t olanındır!” diyerek devrindeki durumu hicvetmiştir. Bizde dalkavukluğun tarihsel geçmişi vardır. Osmanlı sarayında dalkavukların bulunduğunu ve padişahı eğlendirdiğini biliyoruz. Toplumlar bazı davranış modellerini geçmişten tevarüs yoluyla edinirler. Eğer bir davranış toplumca kınanmıyor bilakis itibar görüyorsa o toplumda o davranış yaygınlaşır. Örneğin bir toplum, temiz ellerden ziyade dolu ellere itibar ediyorsa o toplumda çıkarcılık ve hırsızlık yaygın hale gelir. Dalkavukluğun geçmişte bir meslek, bir geçim kaynağı olması günümüze kadar devam eden bir süreçtir. Ancak dalkavukluk günümüzde şekil değiştirmiş meslek olarak değil, karakter olarak yaşanmaktadır.   Dalkavukluğun bir mizah malzemesi olarak sohbetlerde yer alması hoştur. Ancak ülke yönetiminde dalkavukluğun yer alması o ülkenin batmasına yol açacak bir süreçtir. Çünkü dalkavukluk; ehliyetli, liyakatli, yetenekli, başarılı, çalışkan insanların yükselmesini önler. Bu durum bürokraside “negatif seleksiyon” dediğimiz kötülerin yükselmesi, iyilerin ise bertaraf olması sonucunu doğurur. Dalkavuk biri başa geçtiğinde etrafını dalkavuklarla doldurur. Bir makam sahibinin çevresine seçtiği insanlara bakarak, nasıl biri olduğunu anlayabiliriz. Herkesin birbirine dalkavukluk yaptığı bir düzende işler doğru dürüst yapılmaz. Hoşa giden ve boşa giden işler yapılır. Dalkavuk kendine güvenmez. Çünkü hak ederek o makamda oturmamaktadır. Kendine güvenmediği için kimseye de güvenmez. Dalkavuk makam sahibi, bilgisiyle, yeteneğiyle hâkim olamadığı çevresini ajan kullanarak, açık arayarak, fitne çıkararak kontrol etmeye çalışır. Bu durum yönetimde jurnalciliğe, güvensizliğe, kaygıya korkuya ve dolayısıyla verimsizliğe yol açar. Dalkavukluğun egemen olduğu yönetim bir maskeli balo gibidir. Gerçek kişilikler ortada görünmez. Aşağıdan yukarı, yukardan aşağı, sağdan sola, soldan sağa dalkavukluklar yapılır. Aşağıdan yukarı dalkavukluk yükselmek ve işleri yapmamak içindir. Yukardan aşağı dalkavukluk ise, işi onun üzerine yıkmak içindir. Onun için eskiler “iltifatı ümeraya güven olmaz.” (amirlerin iltifatına güven olmaz.) demişlerdir. Sağdan sola, soldan sağa, yatay dalkavukluklar da yine işleri birbirinin üzerine yıkmak içindir. Dalkavuk düzeninde sorumluluklar sürekli başkasına yıkılmaya çalışılır. Sorunlar hep çözümsüz kalır. Yönetimde fikir üretimi olmaz. Aşağıdan yukarı doğru sürekli şu sözler olur. “isabet buyurdunuz efendim.” “siz zaten söylemiştiniz efendim.” “siz bu konunun üstadısınız efendim.” “siz en iyisini bilirsiniz efendim.” “en büyük sizsiniz efendim.” vb. sözler. Böylelikle “ne fikirlerin çarpışmasından” ne de “fikirlerin birleşmesinden” yeni fikir doğar. Başta oturanlar sözlerinin sadece yankılarını duyarak mutlu olurlar. Ancak yönetim kendini yenileyemediğinden çökmeye başlar. Yönetim dalkavuklarla, asalaklardan oluşan dev bir sisteme dönüşür. Yönetimde rol alanlar yediği lokmanın hakkını o topluma ödemekle sorumlu kişilerdir. Eğer kişiler yediği lokmanın hakkını topluma ödeyemiyorsa o toplumun asalağı olur. Asalaklar çoğaldıkça bünye iflas eder. Yani hem toplum hem de yönetim batar. Dalkavukluğun fazla olduğu yönetimde ihanetler de çok olur. En büyük ihanetler dalkavuklar tarafından yapılır. Çünkü dalkavukluk doğrudan kişiye yapılan bir şey değildir. Kişideki makama, servete, güce yapılır. O makam, servet, güç kaybedildiğinde o kişiye dalkavukluk anında kesildiği gibi yeni efendilere yaranmak için eski efendilere ihanet kaçınılmaz olur. Yönetimde dalkavukluğun egemen olması denetimi ortadan kaldırır. Dalkavuk bir yandan iş yapmamaya diğer taraftan açıklarını dalkavukluk yaparak gidermeye çalışır. Eğer makam sahipleri dalkavukluktan hoşlanıyorsa -ki bu durumda kendisi de dalkavuktur.- “en büyük sensin.” sözlerine muhatap olur. Hukuku çalıştırmaz. Kendisine izafe edilen ilahi bir güçle dalkavuğu hoş görür. Suçlunun cezasını çekmediği yerde suçlular kahraman olur. Düzen de yerle bir olur. Yönetimde dalkavukluğun daha birçok yan etkileri vardır. Konunun yeterince anlaşıldığı varsayımıyla daha fazla söze gerek görmüyorum. Siz isterseniz kapatıp bir sonraki pencereden devam edin.Bu konuyu böylece açıklığa kavuşturduktan sonra, peki ne yapmalı ?sorusuna dönelim. Eğitim sistemimiz her kademesinde kişilikli, erdemli, sorumluluk sahibi ve özgür düşünen insanlar yetiştirmelidir. Yetenek ve çalışma ile kazanma arasında orantı doğru kurulmalıdır. Makamlar, servetler hak edilerek elde edilmelidir. Büyük Önder “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden rahat yaşamanın yollarını aramayı alışkanlık haline getiren milletler; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istikballerini kaybederler.” Sözü unutulmamalıdır. Hukuk düzeni korunmalıdır. Lütuf ve gazap kültürü değil hukuk kültürü egemen olmalıdır. Yöneticiler, iktidarın lütfüyle abad, gazabıyla berbat olmamalıdır. İşler ahbap çavuş ilişkisiyle değil hukuk düzeniyle yapılmalıdır. Toplumda dalkavukluğun itibar görmeyeceği bir anlayış gelişmelidir. Dalkavukluk ilgi ve itibar görmediği yerden göç edecektir.  Ülkemizde, onurlu, bilgili, yetenekli, kamu yararı gözeten, özgeci, gurur verici niteliklere sahip insanlarımız ne yazık ki tersine ayrımla dışlanmakta, tasfiye edilmekte, hatta cezalandırılmaktadır. Yetenekleri sınırlı kişiler, belli orunlara gelebilmek, unvanlar, sıfatlar alabilmek için etkili gördükleri kişilere, çevrelere biat ederek, yanaşarak, övgü düzerek, komplolar, kumpaslar kurarak, al-ver ilişkilerine girerek kendi çıkarlarını korurken, liyakatli olanların da dışlanmasına yol açmaktadırlar. Türkiye’nin temel sorunu gerekli niteliklerden yoksun kişilerin politikada, bürokraside, akademik çevrelerde, toplum yaşamında ön plana çıkmaları, etkili olmalarıdır. Ülkelerin ana zenginliği beşeri sermayeleri olmasına karşın ülkemiz beşeri sermayesini de verimli şekilde kullanamamaktadır. Savunmaya çalıştığımız görüşü, alıntı yaptığımız “insanlık için entelektüel sermayenin parasal sermayeden daha değerli olduğu anlaşıldığında, dünya dramatik değişikliğe sahne olacaktır” tümcesi daha özlü, yetkin olarak ifade etmektedir. Sorunun nedenlerini, kaynağını göremezsek çözüm bulamayız. Dalkavukluğun bir yandan bireysel çıkarlar sağlarken diğer yandan bir yönetimin hatta bir toplumun önce afazi hale geleceği daha sonra da mahvına yol açacağı herkesçe bilinmelidir. Dalkavukluğun toplumda zararlı bir davranış olduğunu söylemeye gerek varmı bilemiyorum!...‘Nasihatname’ dediğim kalıp, bu yolda bir temrin aslında. Elim henüz kalem tutarken, tecrübemi tecrübenize, bildiklerimi bildiklerinize, hadi lafı dolandırmayayım, ömrümü ömrünüze katarak, 21. yüzyıldaki yolculuğunuzda size belirli bir avans sağlama gayreti. İsterim ki, elinizden geleni değil, yapılması gerekeni yapın, dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın.  İstihkâmlarınızı güçlendirin, zor zamanları fırsata çevirin. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun."(*) Konuyla ilgili sizlere altı hikaye… “Anlayana Sivri Sinek Saz, Anlamayana Davul Zurna Az !...” Birinci hikaye… Köylüler değirmene taş arıyormuş. Sonunda kayalık tepelik bir yerde değirmenlik taş bulmuşlar. İyi de nasıl indireceğiz bu taşı.. İçlerinden biri ben dereye inip aşağıda bekleyeyim, siz yukardan taşı yuvarlayın, taş tam üstüme gelirken ben ‘hööö hühü deyip taşı ürkütür kaçırır düze indiririm’. -Olur mu gardaş, valla olur. Taşı yuvarlamışlar, taş derede akıl verenin tam üstüne düşmüş.. Kafası kopmuş.. Arkadaşlar yanına varmış, bakmışlar kafası yok..’Yav arkadaşlar bunun kafası var mıydı?’ Bir köylü, yav arkadaş kafası olmaz olur mu geçenlerde yoğurt yerken bıyıkları beyazdı, ben şahidim.. Diğer köylü, yav arkadaş, bunun kafası olsaydı değirmen taşını üstüne çağırıp höt zöt’le değirmen taşını ürküteceğine inanır mıydı? İkinci hikaye… Köylü kadın kuyunun başında kovasını oflaya puflaya çekiyor ancak gücü yetmiyor zorlanıyor.. Kovayı su doldurup çekemeyince de ‘Allah belanı versin Köroğlu’ diye beddua ediyor.. Olacak ya, Köroğlu tam yanında bitmiş. Köylü kadına, ‘ana, Köroğlu netti sana, çocuğunu mu öldürdü, kocanı mı öldürdü, tarlanı mı talan etti, netti?’ Kadın: Yoo Köroğlu tarlamı talan etmedi çocuğumu öldürmedi.. Köroğlu: İyi de ana, bir kovayı çekemiyon gelip Köroğlu’na küfrediyon, o kovayı da gelip Köroğlu mu çeksin… Üçüncü hikaye… Bir gün mahalle camisine güngörmüş bir hoca gelmiş.. Hoca ne zaman namaz kıldırsa, namazın sonunda ‘essalamünaleykümverahmetullah’ der demez cemaat duaya tespihe durmadan hemen camiden kaçıyormuş. Hoca düşünmüş, yahu cemaat duaya tespihe kalmıyor hemen kaçıyor, ne yapmalı. Sonunda dua ve tespihi namazın başında yapmaya karar vermiş. Cemaat namaz için saf olur olmaz hoca namaza değil duaya başlamış, ‘bu kıldığımız namaz geçmişlerimizin…’ der demez cemaatten biri: -Hocam daha namazı kılmadık bu neyin duası? Cematten bir başkası hocaya bu soruya sorana bir omuz atıp: Öyle deme, bunlar büyük hocalar, bunlar namazlarını ötelerde yukarlarda birileriyle kıldı bize de duası kaldı. Dördüncü hikaye… Okula yeni başlayan saf çocukları üst sınıflardaki öğrenciler kandırmak için büfe önüne gelir, çocuğa, şu pestilinden bir parça ver ondan deve yapayım, der, Çocuğu kandırıp elinden lokumunu cevizini alır.Çocuk da safça nasıl deve oluyor diye bön bön kanıp bakarken, pestili ağzına atar döndürür çevirir saf çocuk boşuna bekler, tabii ki ağzına atıp afiyetle yutar. Dilimizde ‘deve yaptılar’ deyimi buradan gelme. Beşinci hikaye… Ağa’nın yaşı gelmiş yetmişe, eski höt zöt günleri geride kalmış, durulmuş mülayimleşmiş sakin bir adam olmuş. Bu Ağa’nın işte tarlasına girip yağma etmişler. Ağa’ya gelip, ağa senin tarlayı talan ettiler her bir şeyini yaktılar yıktılar. Ağa: ne edek adam mı öldürek farzedem ki benim eşekler tarlayı talan etti. Gün geçmiş, ağanın evine girip soymuşlar, her tarafı kırmışlar. Ağa’ya gelmişler, ağa senin evin her dolabını soyup kaçmışlar. Ağa: ne edek adam mı öldürek farzedem ki benim itler evi dağıtmış soymuştur. Gün gelmiş ağanın gelinini yolda taciz edip laf atmışlar. Ağa’ya gelip, Ağa senin namusuna gelinine göz koymuşlar yolda gelinine arkadan mıncık atmışlar (elle taciz). Ağa: Ne edek adam mı öldürek sayaram kendi hovardalığıma. Altıncı hikaye… Padişahın avanak bir oğlu varmış, geri zekalı.. Bu şehzade çok cahil yarın padişah olursa işimiz nice olur deyip bir tedbir almışlar. Avanak şehzadeyi bir akşam alimler meclisine sokmaya karar vermişler. Alimler konuşurken dinler düşünür öğrenir, alimlerden feyz kapar, demişler. Alimler meclisi felsefe sanat konuşurken avanak şehzade lafın ortasında çok gereksiz ve çok saçma bir laf söyler: Bir ok attım kebap oldu.. Padişahın dalkavuk’u bir alim bu utanç verici cahillik karşısında şaşırır ve bu saçma sapan sözü toparlamaya çalışır, üstadlar, şehzademiz bu sözle, bir ok atmış, tavşanı vurmuş, ve tavşanın etini kebap edip yediğini anlatmaya çalışıyor. Vaziyet biraz kurtarılmışa benziyor, alimler tekrar ilmi sohbetlerine devam etmişler. Bir müddet sonra avanak şehzade yine ortaya saçma sapan bir söz atar: Bir ok attım sütlaç oldu. Padişahın dalkavuğu, içinden eyvah bu sözü nasıl toparlayacağız, demiş.. Ve kendince bu anlamsız sözleri bir şeylere uydurmaya ‘anlamlandırmaya’ çalışmış. Üstadlar, şehzademiz burada bir ok atmış, dişi bir keçiyi vurmuş, keçinin sütüyle sütlaç yaptım, demek istiyor. Diğer alim ortaya atılmış, olmaz, demiş, ölmüş keçinin sütü murdardır içilmez. Derken alimler ölmüş keçinin sütü helal mi haram mı diye başka bir boş tartışmanın içine düşmüş. Nerdeyse alimler bu sözü toparlamak için birbirini öldürecek. Derken, bir kenarda olup biteni sessizce izleyen başka gün görmüş bir alim, ‘efendiler, siz daha süt bahsinde anlaşamadınız, daha bunun pirinci var şekeri var.’ Bir başka hikaye birlikte okuyalım: Aksak Timur'un Anadolu'yu işgalinde, ordusunda filler de varmış. Bunlardan birini, tarlada hizmet amacıyla köylülere armağan etmiş. Fil, tüm ekinleri talan etmeye başlayınca, köylüler soluğu, Timur ile arası iyi olan Nasrettin Hoca'nın yanında almışlar. -Bu fil bizi mahvedecek. Timur'a gidip, fili geri almasını bizim adımıza rica edebilir misin, ya Hoca? Nasrettin Hoca düşünmüş, taşınmış. Bu adamlara da bir türlü güvenmezmiş... -Tek bir şartla! demiş. Benimle birlikte Timur'un otağına varacaksınız; ben de sizin adınıza konuşacağım. Köylüler kabul etmişler. Birlikte Timur'un otağına varmış, huzura kabul edilmişler... Daha doğrusu Nasrettin Hoca öyle sanmış. Astığı astık, kestiği kestik Aksak Timur seslenmiş: -Söyle Hoca, dileğin nedir? -Ben köylünün adına geldim, efendimiz! demiş Nasrettin Hoca. Onların derdine tercüman olmaktır dileğim. Diyorlar ki... Nasrettin Hoca, kolunun çemberi ile köylüleri işaret etmek üzere şöyle bir yarım dönmüş ki; o da nesi? Ardında hiç kimse yok! Yarı bele kadar eğilmiş ve: -Diyorlar ki, diye devam etmiş... armağan ettiğiniz fil, öyle hayırlı, uğurlu ve yararlı bir hayvanmış ki... Ondan bir tane daha köye armağan etmenizi talepten utanç duyuyorlar. Kerem edin, köyümüze bir tane daha gönderin Aksak Timur'la Nasreddin hoca'dan beri nedense; Anadolu'nun insanının aynı refleksi verdiğini hayretle izliyoruz.. Manevi âleme açılan o kapılar kapandı. Asıl kapıları yitirip. Ya keramet beklediğimiz, rızk kapısı zannettiğimiz, bizi şükrü unutturan yöneticilerin, iktidarda olanların kapı eşiklerinde aranan umut kapıları… yaşadığımız toplumda. Kapalı kapılar ardında güce ve iktidara karşı hep isyankar ve hoşnutsuz, iktidardan.yönetenden ve hükmedenden biteviye dert yanan;ama yine de garip bir şekilde,o iktidar sahiplerine övgüler yağdıran,dalkavukluk ,yağcılık yapan, "giden ağam,gelen paşam"diyen, omurgasız duruşu yaşam biçimi haline getiren, sırtını okşamayla takla atmada beis görmeyen , "nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilen ",acı çektikçe, o acı çektirenlere daha da akıl almaz bir biçimde aşkla bağlanan, hatta tapınan bir yaklaşım... Bir anlaşılmaz muamma!.. Türk toplumunun garip bir profili!.. Bir akademisyen arkadaşımın bu konuda güzel bir sözü var ,ama o söz bende saklı kalsın!.. Bilen biliyor zaten!.. Hani son zamanlarda moda deyim var ya... "Sözün bittiği yerdeyiz" diye!... İçinde yaşadığımız bu olaylar aklımıza geldikçe; kalan ömrümüz de,hep Nasreddin hocayı Aksak Timurun fillerini anacağız. Ne diyim!.. Sen çok yaşa Nasreddin hoca!... Sen çok yaşa Aksak Timur!.. ve de siz çok yaşayın Timur'un sevimli filleri. Zinhar başımızdan, aramızdan eksik etmesin. Tüm yapılanları, bu yaşananları, Tüm haksızlıkları Allaha havele ediyoruz!.. Dalkavukluk, yalakalık sadece siyasete mi özgü sanıyorsunuz. Akademik camiaya gelin, her gün çeşit çeşit örneklerini görürsünüz ...Hem de ne örnekler!..vallahî hafızalanız almaz...Sadece "Şeyh uçmaz, müridi uçurur"derler ya!...Bizim mürit bir üst 'level (* )'a geçmiş haberi yok..Adam yalakalığın/dalkavukluğun son aşamasında.Kendi uçmuş...Ama ne uçuş! Nirvana!.. "yalakalığın sonu ayakçılık" haberi yok!...Alın size tanık olduğum yalaka hikayesi , ama nirvanalık anlamında en çarpıcısı...... Kurucu Rektörümüz  ile birlikte; Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı ve aynı zamanda Tavşanlı Meslek Yüksekokul Kurucu Müdürü olarak Gediz’ de bir açılış törenine katılmıştım. Açılış töreninde teşrifatçılık görevini üstlenmiş (cazgır); Rektöre , Arapça, Farsça ,Türkçe karışık methiyeler düzüyordu…Ama ne methiyeler…Protokolde Yanımda oturan hem yönetici hem de Öğretim Üyesi bir arkadaş yüksek sesle sunuculuk yapan Zat-ı muhtereme “Oldu olacak bir de “Vahdet-i vücûdumuzun hikmeti de sensin" diye söyle de tam olsun” dedi. Tüm protokol de olanlar gülmekten kendilerini alamadı….Rektör kürsüye geldiğinde Zat-ı muhtereme "yalakalığın sonu ayakçılık" mealinde satır aralarında göndermeler yaptı. Zatı_ı muhterem o uçuş sonrasında, Rektörün kendisine yönelik O Kinayeli konuşmasından ders almış mıdır hep merak ederim... (* )Bu kelime özellikle İngilizce yazılmıştır. Hani sözüm ona!... Çok bilimsel olduğunu belirtmek için, Türkçe kelimelerin arasına, İngilizce kelimeleri serpiştirerek konuşan, "kerameti kendinden menkul" akademisyenler için...(16 ocak 2014) Son Söz: Bir ülkede her türlü: Yolsuzluk, Hukuksuzluk, Adaletsizlik, Kayırmacılık, Milliyetçilik ( SAHTE Milliyetçilik) adı altında ve arkasında aklanıyorsa, O ülke sefilliğe batar... GERÇEK Vatanseverlik, ülkesi için Hukuk, Adalet ve Liyakat istemekle başlar..Gün gelecek, pozisyon değil prensip, laf değil eylem, bireysel konum değil toplumsal fayda, tercih değil ödev, yetki değil sorumluluk asıl olacak. Gerçekten büyük olmayan “büyük adamlar” çevrelerini küçük adamlarla doldururlar. "Esas olan, Sadece yaşamak değil, İnsana yakışır şekilde ve Onurlu yaşamaktır. Teslim olmadan, Boyun eğmeden, Sürünmeden, El etek öpmeden yaşamak..." -------------------------- Referans: (*)Radikal Blog‘ da ki Denemelerimden (7) (**) Alev Alatlı,Fesüphanallah,Nasihatname 1,s.16.

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Mezunlarına İş Olanakları

    İlk söz: "Üniversite sadece bilim için değil, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gerekli.Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğinde."Memleket işlerinde, Millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz. " Dünya üniversitesi olma ülküsüne yönelik olarak "Türk Ulusunu” çağdaş uygarlığın en ön safhasına geçme,bilimde, teknikte özgür ve bağımsız olarak hareket edebilme,dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak diğer ülkelere liderlik edebilme ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak somut çıktılar elde edebilmek için Ulusal irade seslenişi yeteneğini, diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş bilim ve akılcılıkla geliştirmek.Bu bağlamda; beşeri sermayemizin, aydınlık yarınlarımızın umudu olan gençlerimizi ;Fikri, Vicdanı ve İrfanı Hür olarak Kadim değerlere (İnancına, Tarihine , Kültürüne )bağlı analitik düşünen, tartışan , üreten bireyler olarak yetiştirmek. Üniversiteler dünyanın her ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de toplumun en önemli kurumları olmuştur, olagelmiştir. Çünkü üniversiteler toplumun sosyal, siyasal, ekonomik olduğu gibi bilim, teknoloji, katma değer üretimi, çağdaş medeniyet seviyesine erişme, velhasıl topyekûn kalkınmanın tümünü içeren nadir kurumlardır. Toplumun dinamikleridir.  Üniversiteler, bilginin üretildiği, saklandığı, biriktirildiği ve sonra da o bilginin kullanılarak ete kemiğe büründürüldüğü bu kutsal mekânlar, aynı zamanda demokrasi kültürünün yeşertilip büyütüldüğü mekânlardır. Bu sebepledir ki; üniversitelerin bireyden devlet yönetimine ne kadar basamak var ise hepsine dokunan ve ülke geleceğinin inşası anlamında önemi çok büyüktür  Üniversitelerin dün de bugün de üç önemli görevi ve misyonu olmuştur. Öğrenci Yetiştirmek, Bilimsel Faaliyetlerde Bulunmak (Bilim Üretmek) ve Toplumun Sorunlarına Çareler aramak. Aristo’dan günümüze birçok aşamalardan geçen “üniversite” ler, hep bu üçlüye ilişkin faaliyetlerde bulunmuş ve şekillenmişlerdir. Çok genel ama akılda kalır olması için kısa not:Üniversite imajı: Nasıl yaratılır? Reklam kampanyaları ile imajı değiştirme gayretleri boşuna çaba...Sponsor markalardan Uyduruk dizilerin,verimsiz futbolcuların ve yeteneksiz yöneticilerin fonlanmasını değil bilim insanlarını sponsorluğunu istemek en ussal yol...Bu bağlamda; Üniversite Enstitülerinde ki araştırma projelerine sponsor olmamış hiçbir marka, futbol sponsorluğu yapamamalı......Yerel yönetimler de kendi şehirlerinde ki üniversitelerin kalitesinin artmasının şehirlerine getireceği katma değeri hesaba katarak üniversitelere gerekli desteği vermeli.... "Sürdürülebilir Kalkınmanın Pusulası  Üniversitelerdir(*) Toplumun gelişimi ve dönüşümü üzerinde önemli etkisi bulunan üniversitelerin, nitelikli insan gücü yetiştirmeleri ve araştırma çıktıları üretmeleri temel görevleri. Ancak görevleri bununla sınırlı değil. Üniversiteler aynı zamanda sürdürülebilir kalkınmanın zorluklarına karşı üretilecek yeni çözümler için gerekli olan yeni bilgi ve becerileri kazandırma ve toplumun bilinçlendirilmesinden de sorumlular. Geleceğin liderlerini yetiştiren üniversiteler, amaçlara ulaşmak için gerekli stratejilerin geliştirilmesinde yol gösterecek değer yaratan kurumların başında geliyor. Birleşmiş Milletler 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ve İklim Değişikliği Konferansı (COP) kararları doğrultusunda üzerine düşen sorumluluğu alarak Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni (UNGC) imzalayan dünyadan 169, Türkiye’den ise 9 üniversitenin olduğunu görüyoruz. Üniversiteler verdikleri bu karar ile sürdürülebilir çevre, ekonomi ve sosyal yaşam için kalkınma hedeflerine ulaşmayı tüm faaliyetlerinde öncelikleri arasına alıyor. Türkiye’de kamu üniversitesi olarak ilk BM Küresel İlkeler Sözleşmesi imzacısı olan Yıldız Teknik Üniversitesi, geçtiğimiz günlerde “Entegre Faaliyet Raporu” yayımlayarak Türkiye’deki ilk, dünyada ise sayılı üniversiteler arasında yerini aldı. YTÜ Entegre Faaliyet Raporu’nun önsözünü yazan Uluslararası Entegre Raporlama Konseyi (IIRC) Onursal Başkanı, Prof. Mervyn King, raporu “Bir yükseköğretim kurumunun hesap verme yükümlülüğü alanında nasıl liderlik edebileceğinin mükemmel bir örneği” olarak ifade ederek aslında bunun ne anlama geldiğini tam manasıyla aktarmış oldu. Üniversitelerin temel görev ve sorumlulukları çerçevesinde tüm paydaşları ve toplum için yarattıkları değerin ve ne yaptıklarının anlatılması da önem taşıyor. Entegre düşünce ve bu temele dayanan entegre raporlama düzeni, üniversitelerin tüm faaliyetlerini gözden geçirmelerinde; vizyon, misyon ve stratejik hedeflerine entegre edilmesinde önemli bir araç niteliğinde. Entegre düşünce ve iş yapma şekli, disiplinlerarası faaliyetleri ve işbirliğini teşvik ederek tüm kaynakların çok daha verimli kullanılmasını sağlarken, raporlama bunun daha geniş bir kesim tarafından anlaşılmasını ve yaratılan değerin dış algısının kuvvetlenmesini sağlıyor. Sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılmasında pusula görevi gören üniversitelerin, sürdürülebilirlik yaklaşımını benimsemeleri, entegre düşünceyi içselleştirmeleri, tüm toplumun gelişimi ve dönüşümü açısından önem taşıyor. Yükseköğretim alanında kurumları yönlendirecek ve cesaretlendirecek iyi örneklerin sayısının artması için onları teşvik edecek mekanizmalar ve düzenlemelerin geliştirilmesi, bu yolda atılması gereken en önemli adımların başında geliyor Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi İşsizlik değil mesleksizlik..Üniversite kontenjanlarının neden boş kaldığı sorusunun cevabı da burada saklı..Bu sorunun çözümü, İş dünyasına yönelik daha uygun yetkinlik ve beceri bazlı kaliteli eğitim (Metafordan Gerçeğe Üniversite)Türkiye'nin en büyük problemlerden bir taneside Akademik Çalışmaların ülke ekonomisine ( Üretimine ) ne kadar katkı sağladığı ile ilgili..   Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi İşsizlik değil mesleksizlik.. Bu sorunun çözümü, İş dünyasına yönelik daha uygun yetkinlik ve beceri bazlı eğitim.. Türkiye'nin gerçek sorunu ! 19 - 25 yaş arası "vasıfsız" genç nüfus.. "İşsizlerin içinde en yüksek oran Üniversite mezunlarında..." Çözüm, İş dünyasına yönelik daha uygun yetkinlik ve beceri bazlı eğitim. Türkiye, üniversiteye giren herkese bir şekilde üniversite diploması vermek zorunda değil. Öğrenci gereken düzeyi tutturamıyorsa, elenmeli. Bu yaklaşım, tüm meslek dalları için de geçerli. Üniversite mezunu sayısı, uluslararası istatistik yönünden bir ülke için elbette önemli ama, layıkıyla değilse bir devleti, toplumu ,kurum ve kuruluşları kemiren bir iç hastalık. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültelerinin tüm bölümleri son derece önemli ama değeri, Türkiye’de bilinmeyen bölümler. Gerçek değerleri anlaşılsa ve doğru şekilde öğretilip, iş dünyasına yönelik daha uygun yetkinlik / beceri bazlı eğitim yapılsa, mezunları bir çok sektörde iş bulur. İşletme Okumak İçin 5 Neden i. Geniş İş Alanı Ülkemizde ne yazık ki işletme okuyorum demek alay konusu haline geldi. Öğrenciler işletme okuduklarını söylediklerinde klişeleşmiş söylemlerle karşılaşıyorlar. Ancak alan seçme konusunda ki şansı tartışılamaz bir gerçek. Büyük bir şirketten tutun da küçük bir esnaf lokantasında dahi iş bulma imkanınız var. Yöneticilik vasfına sahip olduğunuzu düşünüyorsanız bu alana yönelebilir, ben kimse için çalışamam diyorsanız hayalinizdeki işi kurabilirsiniz. Demem o ki siz hangi yöne gitmek isterseniz işletme sizi destekler. İster halkla ilişkilerde kariyerinizi planlayın ister muhasebe departmanında.   ii. Bitmeyecek Eleman Gereksinimi Ülkemizde pazar alanının genişlemesiyle şirketlerin işletme mezunu eleman ihtiyacı da artıyor. İş bulma sitelerine girdiğimizde eleman konusundaki açlığı net bir şekilde görebiliyoruz. Durum böyleyken işletme mezunları iş bulma konusunda diğer bölümlere oranla daha şanslı. Siz istemedikçe işsiz kalmanız epey zor görünüyor. iii. Yükselme Şansınız Bazı bölümlerde yükselme konusunda sınırlar vardır. Çok az kişi o sınırları aşarak yükselir. Fakat işletme mezunuysanız okuldan sonra her çalıştığınız iş yükselmeniz için basamak niteliğindedir. Yani işletmede yerinizde saymazsınız. Meslekte geçirdiğiniz her gün sizi hep bir adım öne taşır. Elbette bu süre zarfında kendinizi geliştirmek için çaba da göstermelisiniz. iv. Dünya İnsanı Olmak Hayalinizde sık sık yurtdışına çıkmak varsa işletme bu isteğinize de cevap veriyor. Bölümünüzün yanına bir de yabancı dil eklerseniz yurtdışıyla bağlantıları olan bir şirket için aranan aday olabilirsiniz. Hem iş hem tatil yapma fikri bölümü sevmek için büyük bir neden. Ben tamamen yurtdışına yerleşeceğim diyorsanız yurtdışındaki bir şirkette iş bulma şansınız da var. Çünkü dünyada da aranan bir bölümden mezunsunuz.  v. Her Zaman Hayatın İçinde Olmak İşletme okumanın bir diğer artısı da hayatın içinden bir bölüm olması. Öğrenme eylemi meslek hayatı boyunca devam ettiğinden güncel olaylardan her daim haberdar olmanız mümkün. Böylelikle çevrenizdeki kişilerle sohbet edebileceğiniz konuyu rahatça bulabilirsiniz. Çünkü her alandan bilgi sahibi olmanızı isteyen bir bölümün mezunusunuzdur. 'CEO olmaya giden yol İİBF'den geçer. Özellikle İşletme bölümünü bitirenler, yönetim için gerekli donanımla mezun olur' İİBF'nin herhangibir bölümünü özelliklede  İşletme bölümünü bitirmenin en büyük avantajı siz hayatta ne yapacaksanız yapın bu yeteneğe ihtiyacınız var. O size bu yetenekleri veren bir bölüm. Muhasebeden, iktisattan, ticaret kanunu, ekonomik sistemler, hayata dair altyapıyı sağlayan bir bölüm. İş Olanakları: i-TİKA uzman yardımcısı , (29.12.2018)https://bit.ly/2AmuF3L ii-Dışişleri Bakanlığı memur (29.12.2018)https://bit.ly/2EWkgPT iii-Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu uzman yardımcısı alımı için ilana çıkmış (29.12.2018)(https://www.tihek.gov.tr/duyurular/index.html ) İktisadi İdari Bilimler Fakültelerinin tüm bölümleri özellikle  "İşletme" bölümü son derece önemli ama değeri, Türkiye’de bilinmeyen bir dal. Gerçek değeri anlaşılsa ve doğru şekilde öğretilip, iş dünyasına yönelik daha uygun yetkinlik / beceri bazlı eğitim yapılsa, mezunları bir çok sektörde iş bulur İktisadi ve idari bilimler fakültesi öğrencilerinin okula başladıkları andan itibaren en çok karşılaştıkları soru: Mezun olduğunda hangi mesleği yapacaksın? Sorusudur. Bu soru henüz bölümünü dahi tanımayan bir öğrenci için oldukça anlamsız ve bir o kadar da bilinmezdir. Bu nedenle  İİBF  bölümlerine yeni başlayan  ve mezunlara bir katkı sağlamak /rehberlik yapmak  için bu yazı kaleme alınmıştır. Bir İİBF mezunu kamuda bir çok alanda çalışma olanağına sahiptir. Kaymakamlıktan, Müfettişliğe, Denetçilik, Uzmanlık. SPK Meslek Personel Yardımcılığı http://www.spk.gov.tr/Duyuru/Goster/20170405/0 Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavir Yeminli Mali Müşavir varıncaya kadar bir çok kariyer meslekte çalışma olanağı olan İİBF mezunlarının düz memur olarak da çalışmalarının önü açık. Bir çok İİBF mezununun hayalinde olan mesleklerden biri ise, İdari Hakim olabilmektir. Dış İşleri Bakanlığı'nın konsolos ve ihtisas memurluğu mesleği ise kendisini yabancı dil konusunda iyi yetiştirmiş bir İİBF mezununun olabileceği mesleklerdir. İİBF Mezunları İçin Kariyer Meslekler  İİBF  bölümlerinde okuyan bir öğrenci için girilebilecek kariyer meslekler şunlardır: Kaymakamlık, İdari Hakimlik, Sayıştay Denetçiliği, Merkez Bankası Uzmanlığı, Bakanlık veya Bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili kuruluşlarda Müfettişlik, Uzmanlık ve Denetmenlik.   Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavir Yeminli Mali Müşavir SPK Meslek Personel Yardımcılığı http://www.spk.gov.tr/Duyuru/Goster/20170405/0 Bunlar içerisinde, çalışma olanaklarının en ideal olduğu, maaş ve özlük hakları açısından diğerlerinden daha iyi durumda olan meslekler sırasıyla: Merkez Bankası Uzmanlığı, Sayıştay Denetçiliği, İdari Hakimlik,  Kaymakamlık TİKA uzman ve Uzman yardımcısı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu    Müfettiş veya Uzman olmaktır. Bir çok kamu kurum ve kuruluşunda Müfettiş ve Uzman vardır. Bakanlıkların yanı sıra, bakanlıklara bağlı, ilgili veya ilişkili kurumlarda da müfettiş veya uzman olunabilir. Bununla birlikte Belediyelerde de Müfettiş olabilme imkanı söz konusudur. Maaş ve özlük hakları açısından Müfettişler uzmanlara göre bir adım daha öndedir. Uzmanlık mesleği iki kısma ayrılır: Birincisi meslek uzmanlık, ikincisi ise taşra uzmanlığı. Merkez uzmanlığı, Müfettişler ile aynı haklara sahipken,i taşra uzmanlarının özlük hakları biraz daha düşüktür.  Kariyer mesleklerde aynı şeyi ifade ettiği düşünülen oysa çalışma yeri, özlük hakkı ve maaş açısından birbirinden ayrılan mesleklerdir. Sayıştay haricinden kamu kurum ve kuruluşunda yer alan denetçiler merkez kadro olarak çalışırlar. Maaşları ve özlük hakları merkez uzmanları ile eşit durumdadır. Oysa, denetmenlerin maaş ve özlük hakları taşra uzmanları ile eşit düzeydedir. Ayrıca, denetmenler taşra kadrosuna bağlı olarak çalışır.  Bununla birlikte kontrolörlük mesleği vardır. Bu meslekle denetçilik ile aynı haklara sahiptir.  Kamuda istihdamın en fazla yapıldığı meslek olan memurluk, veri hazırlama kontrol işletmeni ve bilgisayar işletmeni aslında bu meslekleri icra edenlerin hepsi aynı işi yapar. Kamu kurum ve kuruluşlarında taşra veya merkez kadrosunda çalışırlar. Maaş ve özlük hakları kariyer mesleklere göre oldukça düşüktür. Genellikle, bürokrasideki yazışma ve ilgili kanun hükümlerine göre iş tanımının gereği işleri yapar. Kariyer ve yükselme imkanları sırasıyla: Şef, Müdür Yardımcılığı, Müdür, Bölge Müdür Yardımcılığı ve Bölge Müdürü şeklinde düzenlenmiştir.  Memur statüsü dışında bir de meslek memurlukları vardır. Bunları kariyer mesleklerin altında, memurluğun ise üstünde değerlendirmek gerekir. Gümrük memurlukları, Devlet Hava Meydanları memurlukları, Ptt memurlukları, Et ve Süt Kurumu memurlukları, EİAŞ ve TEiAŞ memurlukları, Belediye memurlukları gibi. Bunların özlük hakları memurlarla aynı iken, maaşları kariyer mesleklere yakındır.  Merkez Bankası Uzmanlığı Sayıştay Denetçiliği Kaymakamlık İdari Hakimlik TRT Yönetim Uzmanlığı ve TRT Denetçiliği Konsolosluk ve İhtisas Memurluğu Bakanlık Müfettişliği Bakanlık Uzmanlıkları Bakanlıklara Bağlı, İlgili veya İlişkili Kurum veya Kuruluş Müfettişliği Bakanlıklara Bağlı, İlgili veya İlişkili Kurum veya Kuruluş Uzmanlığı Belediye Müfettişliği veya Uzmanlığı Denetçilik Kontrolörlük Bakanlık veya Bağlı Kuruluş Denetmenliği Bakanlık veya Bağlı Kuruluş Taşra Uzmanlığı Bakanlık Meslek Memurluğu Diğer Meslek Memurlukları Memur, VHKİ veya Bilgisayar İşletmenliği ---------------------------------- i-Yeni üniversite mezunları mutlaka okuyun: "Tahsiliniz bugün bitmiyor, bilakis bugün başlıyo" diyen Peyami Safa'nın, Yeni Mecmua gazetesinde 20 Haziran 1942 tarihli yazısı... ... https://bit.ly/2kPRwLR ii-Yetenekleri temel alan bir eğitim modeli : A-Meslek Okulu (Hauptschule) B-Meslek ve Eğitim Okulu (Realschule) C-Akademik Lise (Gymnasium) D-Geçiş Okulu (Gesamtschule)... E-Ortaöğretim 2. Kademe(Gymnasium Oberstufe) F-Yüksek öğretim Gymnasium eğitimi ve ABITUR Academic Ranking of World Universities’in her sene belirlediği 500 üniversite sıralamasında 45 üniversite... Ve Dünyayı ben yöneteceğim deklarasyonu "Endüstri 4.0" Son söz: Çok genel ama akılda kalır olması için kısa not: Üniversite imajı: Nasıl yaratılır? Reklam kampanyaları ile imajı değiştirme gayretleri boşuna çaba Bu bağlamda Üniversite Enstitülerinde araştırma projesine sponsor olmamış hiçbir marka futbol sponsorluğu yapamamalı... Yerel yönetimler de kendi şehirlerinde ki üniversitelerin kalitesinin artmasının şehirlerine getireceği katma değeri hesaba katarak üniversitelere gerekli desteği vermeli. Nasihatname’ dediğim kalıp, bu yolda bir temrin aslında. Elim henüz kalem tutarken, tecrübemi tecrübenize, bildiklerimi bildiklerinize, hadi lafı dolandırmayayım, ömrümü ömrünüze katarak, 21. yüzyıldaki yolculuğunuzda size belirli bir avans sağlama gayreti. İsterim ki, elinizden geleni değil, yapılması gerekeni yapın, dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın.  İstihkâmlarınızı güçlendirin, zor zamanları fırsata çevirin. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun. (Sözlük kullanmayı da âdet edinin.) Aziz ülkemize gelince; ille bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekisinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı âdet edinin. Unutmayın ki, düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendine has bir kimliği vardır Türkiye’nin. Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar.”   ------- Referanslar: (-)Yükseköğretim Kurulunca (YÖK), adayların üniversite ve meslek tercihlerini yaparken daha bilinçli karar vermesini sağlamak amacıyla geliştirilen "YÖK Atlas"a "Meslek" ve "Tercih" listesi modülleri eklendi. Adaylara adeta dijital kariyer rehberliği hizmeti sunan ve önlisans ve lisans seviyesindeki olası tüm tercihler ile ilgili tablolara erişim imkanı sağlayan modüllere  https://yokatlas.yok.gov.tr/ adresinden ulaşılabilecek.. .                Kütahya Dumlupınar Üniversitesi                İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi                            İşletme Bölümü Dünya Çapında İşletme Eğitimini Savunmak https://www.aacsb.edu/            İŞLETME BÖLÜMÜ İşletme Lisans programımız, kuruluşundan bugüne kadar öğrencilerimizin ulusal ve uluslararası rekabette değişen koşullara uyum sağlayabilecek, özel sektör ve kamu kesiminin gereksinim duyduğu yönetici, uzman ve araştırmacı niteliklerine sahip olarak yetişmeleri için eğitim öğretim faaliyetlerine devam etmektedir. Sosyal Bilimler Enstitümüzce İşletme Tezli ve Tezsiz Yüksek Lisans Programı eğitimi altında gerek bölümü mezunları, gerekse diğer bölüm dışı mezunları ile özel ve kamu işletme yöneticilerine kariyer olanaklarını sağlayacak genel işletme konuları dahilinde lisansüstü eğitim olanağını da sağlanmaktadır. Bölüm, kamu ve özel sektöre yönetici ve eleman yetiştirmek amacını güden eğitim öğretim faaliyetlerini sürdüren bir bölümdür. İşletme Bölümünde eğitim süresi 4 yıldır. Verilen eğitim müfredatı ile öğrencilerimizin istihdam edilecekleri işletme ve kuruluşların her alanda verimini artırmak amacıyla planlama,çalışmaları yönetme, denetleme ve analiz gücüne dayanan düşünce disiplinine sahip olması amaçlamaktadır. Ders programları hazırlanırken bu hedef göz önüne alınmakta olup öğrencilerimize matematik, istatistik, sosyoloji, ekonomi, hukuk daha ileri yıllarda ise üretim yönetimi ve pazarlama, yönetim ve organizasyon, yöneylem, muhasebe ve finansman, hukuk, bilgisayar gibi dersler verilmektedir.İşletmeci olmak isteyen bir kimsenin analitik düşünce yapısına sahip olması ve vizyonunun geniş, hayata bakış açısının pozitif olması gerekmektedir.İşletme mezunu olan öğrencilere "Lisans Diploması" verilerek işletmeci unvanı ile kamu ve özel sektöre ait kurum ve kuruluşlarda aldıkları eğitim disipliniyle kişisel yetenekleriyle bağlantılı olarak çeşitli yönetici pozisyonlarında çalışırlar. İşletmeci çalıştığı kuruluş ya da, kurumun sahip olduğu para, insan gücü araç ve gereçten en iyi biçimde yararlanmayı sağlayacak çalışma düzenini planlar; çalışmayı denetler. Bir işletmeci çalıştığı kurumda planlama, teşkilatlandırma, yönetme, düzenleme, denetim gibi genel görevler yanında ürünün iyileştirilmesi, üretimin artırılması ve ürünlerin satışı için planlar yapmak, kuruma para kaynakları sağlamak ve kurumun mali olanaklarını en ekonomik biçimde dağıtmak, kurumun insan gücünü en verimli olacakları alanlarda çalıştırmak ve en uygun elemanları bulup işe almak gibi görevlerinden sorumludur. Bölüm mezunları, kamu ve özel sektör kuruluşlarında müfettişlik, hesap uzmanlığı kontrolörlük vb. görevler yanında işletmelerin çeşitli departmanlarında meslek elemanları ve yönetici olarak çalışma olanağına sahiptirler. Bağımsız iş kurabilme nitelikleri kazanan bölüm mezunlarının serbest muhasebeci ve mali müşavir olarak da çalışmaları mümkündür. BÖLÜM ÖSYM BİLGİLERİ İşletme (Türkçe) Puan Türü : EA Eğitim Dili : Türkçe Eğitim Süresi : 4 Yıl Eğitim Türü : Ö.Ö. / İ. Ö. Yabancı Dil Hazırlık : İsteğe Bağlı Yüksek Lisans : Var Doktora : Var Mevcut Toplam Öğrenci Sayısı :1162 BÖLÜM YÖNETİMİ Bölüm Başkanı : Prof. Dr. Orhan Elmacı Bölüm Başkan Yardımcısı : Doç.Dr. Kadir Tutkavul Bölüm Başkan Yardımcısı : Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Arık Bölüm Sekreteri : Memur Tuncay Kulak,Memur Mustafa Tambur   ANABİLİM DALLARI (ABD) İTİBARİYLE AKADEMİK KADRO İşletme Bölümünde 6 ABD mevcut olup  Kooparatifçllik ABD ve Ticaret Hukuku ABD dışında  4'ü aktif konumdadır. Bu ABD akademik kadroları Ünvanlar itibariyle aşağıdaki şekildedir : Muhasebe ABD  Prof. Dr. 6 Doç. Dr. 2 Dr. Öğr. Üyesi  1 Arş. Gör. Dr. 2 Öğr. Gör. - Uzman - Okutman - Arş. Gör. -   Üretim Yönetimi ve Pazarlama ABD  Prof. Dr. 2 Doç. Dr. 1 Dr. Öğr. Üyesi  1 Arş. Gör. Dr. 2 Öğr. Gör. - Uzman - Okutman - Arş. Gör. -     Yönetim Organizasyon ABD  Prof. Dr. 1 Doç. Dr. 1 Dr. Öğr. Üyesi  1 Arş. Gör. Dr. 2 Öğr. Gör. - Uzman - Okutman - Arş. Gör. -     Sayısal Yöntemler ABD  Prof. Dr. 1 Doç. Dr. - Dr. Öğr. Üyesi  1 Arş. Gör. Dr. - Öğr. Gör. - Uzman - Okutman - Arş. Gör. -         10 Profesör, 4 Doçent, 3 Doktor Öğretim Üyesi, 4 Arş. Gör. Dr. ve 0 Araştırma Görevlisi’nin bulunduğu bölümümüzde eğitim ve öğretim faaliyetleri Türkçe İşletme lisans programı olarak yürütülmektedir. AKADEMİK KADRO TALEBİ Öğretim üyesi yükseltme ve ataması ve norm kadro yönetmeliği çerçevesinde Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünde 2021 yılında Doçentlik kadrosundan Profesörlük kadrosuna 1 öğretim üyesi ve Dr. Öğretim Üyesi Kadrosuna 4 Arş.Gör. Dr. yükseltilmesi  ayrıca herbir ABD  2, Muhasebe ABD 3, toplamda 13 Araştırma Görevlisi alımı   planlanmaktadır. Kadro ataması planlanan anabilim dalları ile ilgili kadro gerekçelerimiz şu şekildedir.İşletme Bölümü bünyesinde verilen eğitimler çerçevesinde 6 Anabilim Dalıyla Lisans,yine anabilim dalları kapsamında 8 adet yüksek lisans ve doktora eğitimleri dahil eğitim öğretim faaliyeti yürütmektedir.      Lisans Eğitim-Öğrenimi  Muhasebe ve Finansman ABD  Üretim Yönetimi ve Pazarlama ABD  Yönetim ve Organizasyon ABD  Sayısal Yöntemler ABD  Ticaret Hukuku ABD  Kooperatifçilik ABD     Lisans Üstü Eğitim-Öğretimi  Muhasebe ve Finansman ABD (Tezli Yüksek Lisans Programı)  Muhasebe ve Denetim ABD (Tezli Yüksek Lisans Programı)  Finans (Tezli Yüksek Lisans Programı)  Üretim Yönetimi ve Pazarlama ABD (Tezli Yüksek Lisans Programı)  Yönetim ve Organizasyon ABD (Tezli Yüksek Lisans Programı)  Sayısal Yöntemler ABD (Tezli Yüksek Lisans Programı)  İşletme (Tezsiz Yüksek Lisans Programı) (ABD ortaklaşa)  İşletme Doktora (ABD ortaklaşa)  İşletme Bölümü kadrosunda bulunan öğretim üyeleri; Dumlupınar Üniversitesi İİBF dışında Mühendislik Fakültesi, Uygulamalı Bilimler YO, Tıp Fakültesi olmak üzere diğer fakülte birimlerindeki bölümlerde, Finansal Yönetim, Pazarlama, İstatistik,Girişimcilik, Maliyet Muhasebesi gibi dersleri de yürütmektedir.İşletme Bölümü kadrosunda bulunan öğretim üyeleri; Dumlupınar Üniversitesi İİBF dahilindeki diğer bölümlerde de (Maliye Bölümü, Kamu Yönetimi Bölümü, Ekonometri Bölümü, İktisat Bölümü, Uluslararası Ticaret ve Finansman Bölümü, Siyaset bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü) Genel İşletme, Pazarlama, Maliyet Muhasebesi, Girişimcilik, Üretim Yönetimi, Finansal Yönetim, Genel Muhasebe, Yönetim Muhasebesi şeklinde dersler yürütmektedir. Ayrıca İşletme Bölümündeki Öğretim Üyeleri, Üniversite paydaşları ile de ortaklaşa çalışmalarda bulunmakta ve İşkur ve Ticaret Odası Bünyesinde programlanan KOSGEB Uygulamalı Girişimcilik Dersleri ile Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler odası çerçevesinde Bağımsız Denetim Uygulamaları ile ilgili eğitimler yürütülmektedir.İlgili kadrolarla ilgili anabilim dallarına ilişkin dağılım aşağıda tabloda gösterilmektedir. Tablo 1: İşletme Bölümü için Yükselme ve Atama Planlanan (Talep Edilen) Anabilim Dalları Anabilim Dalları Mevcut Kadro Sayı Planlanan Kadro Muhasebe ve Finansman Dr öğretim Üyesi. 1  Muhasebe ve Finansman Arş. Gör. Dr. 1 Dr. Öğr. Üyesi Üretim Yönetimi ve Pazarlama Doç.Dr. 1 Prof. Dr. Yönetim Organizasyon  Dr. Öğr. Üyesi   3 Arş. Gör. Dr. 3 Tablo 2: Öğretim Elemanı Talep Edilen Birimin Mevcut Akademik Kadro Durumu* Bölüm Adı: İşletme Unvan Sayı Prof. Dr. 10 Doç. Dr. 4 Dr. Öğr. Üyesi  3 Öğr. Gör. - Uzman - Okutman - Arş. Gör. Dr. 4 Arş. Gör. ------ Tablo 3: Anabilim Bazında Akademik Kadro Durumu (Anabilim Dalı Bazında) Muhasebe-Finansman Üretim Yönetimi ve Pazarlama Yönetim Organizyon Sayısal Yöntemler Ticaret Hukuku Kooperatifçilik Tablo 4: Öğretim Elemanı Talep Edilen Birimin Son 3 Yılının İİBF Toplam Öğrenci Sayısı Normal Öğretim 4637 İkinci Öğretim 3757 İşletme Bölümü Toplam Öğrenci Sayısı Normal Öğretim 777 İkinci Öğretim 633 Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans (Tezli-Tezsiz) ve Doktora Öğrenci Sayıları Muhasebe ve Finansman YL 49 Muhasebe ve Denetim YL 65 Üretim Yönetimi ve Pazarlama YL 117 Yönetim ve Organizasyon YL (1. Grup) 124 Yönetim ve Organizasyon YL (2. Grup) 168 İşletme ABD YL Toplam 523 Yüksek Lisans (Tezsiz) 384 İşletme Doktora 59 Toplam 966 Öğrenci başına düşen öğretim üyesi sayısı (lisans) (1410/19=74,2)* 74,2 Öğrenci başına düşen öğretim üyesi sayısı (Yüksek lisans) (907/19=47,7) 47,7 Öğrenci başına düşen öğretim üyesi sayısı (Doktora) (59/19=3,10) 3,10 Bölümde yürütülen ders sayısı (normal + ikinci öğretim) 162 İİBF İşletme Bölümü Dışında Diğer bölümlerde yürütülen ders sayısı (normal + ikinci öğretim) 160 Diğer Fakülte ve Yüksekokullarda Yürütülen Ders Sayısı(Normal + İkinci öğretim) 20 Akademisyen başına düşen öğrenci sayısı Türkiye’deki üniversitelerde lisans seviyesinde 15 ile 35 arasında değişmektedir. Tabloda da görüldüğü üzere Öğrenci başına düşen öğretim üyesi sayısına bakıldığında işletme bölümünün ortalamaları 2018 Türkiye ortalamalarının çok çok üstünde kalmaktadır. Bu da öğretim üyelerinin iş yükündeki fazlalık ve öğretim üyesi sayısal yetersizliği açısından önemli bir göstergedir. Lisans yükü bu kadar çok olan akademisyenlerin Ar-Ge ye ve kendilerinden beklenen asli vazifelerine istenen zamanlarını ayırabilmeleri için yeni gelecek öğretim üyeleri ile iş yüklerinin azaltılması gerekmektedir. Akademisyenlerin, Lisans öğrenci sayısı ve öğretim üyesi üzerinde ders yükü azaltılmadan Ar-Ge ve bilimsel yayın için çalışmaları da imkânsızdır. Üniversitelerimizin bazı konulardaki eksiklerini görüp kendilerini geliştirerek belirli bir süre içinde dünya sıralamalarında daha üst sıralara yükseleceğine inanıyoruz. Halen, üniversitelerimizin dünyadaki yeri çok sayıda Avrupa üniversitesinden daha iyidir. Üniversitelerimiz, tüm maddi sıkıntılara ve kadro sorunlarına karşın uluslararası sıralamalarda dünyanın en iyi üniversiteleri arasında yer almak için gereken özveriyi göstermektedir. YÖK’ün başlatmış olduğu üniversitelerde kalite değerlendirme süreç çalışmaları ile daha fazla derse girmeye değil, ‘daha fazla ve daha kaliteli yayın yapmaya’ ve ‘daha az ve daha kaliteli ders vermeye’ teşvik edilmektedir. Her akademisyen sadece uzmanlık alanlarıyla ilgili belli sayıda derse girmelidir. Bunun için de akademisyenler, zorunlu ders yükü azaltılmalı ve daha fazla derse girmekten kurtarılmalıdır. Böylece derslerin ve yayınların kalitesi dolayısıyla da mezun öğrencilerin de kalitesi artırılmış olacaktır. İSTEK VE ÖNERİLERİMİZ İŞLETME BÖLÜMÜNÜN İŞLETME FAKÜLTESİNE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne bağlı olarak 12 Ekim 1974 tarihinde "Kütahya Yönetim Bilimleri Yüksekokulu" adı altında kurulmuş olan ve 4 Aralık 1974 tarihinde öğretime başlamış olan bölümdür.15 Şubat 1979 tarihinde "Kütahya Yönetim Bilimleri Fakültesine" dönüştürülmüştür. 20 Temmuz 1982 tarih ve 41 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile "Kütahya İdari Bilimler Yüksekokulu" ve 3389 sayılı kanuna eklenen bir madde ile Anadolu Üniversitesi "Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi" haline getirildiği tarihte de tek bölüm olma özelliğini sürdürmüştür. Son olarak 3 Temmuz 1992 tarihinde Dumlupınar Üniversitesi'ne bağlı Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin bir bölümü olarak Eğitim-Öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir. Bölüm kurulduğundan beri işletmelerin sürdürülebilir olarak yönetilmesi konusunda hem yerel hem bölgesel hem de ülke bazında, işletmecilik biliminin geliştirilmesi, bölge ve ülke bazında ;şletme bilimine yönelik disiplinler arası uluslararası çalışmalar yapmaktadır. Halen 8 Profesör,4 Doçent, 7 Doktor Öğretim Üyesi, 2 Arş. Gör. Dr. ve 4 Araştırma Görevlisi ile eğitim öğretim ve araştırma geliştirme çalışmalarını yürüten bölüm akademik kadrosu ile adeta bir fakülte görevi üstlenebilecek potansiyele sahiptir. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nin bulunduğu bölgenin özel konumu; TR33 Bölge illerinin sosyoekonomik gelişmişlik sıralamalarında çevre illerin gerisinde ve ülke geneline göre orta sıralarda yer aldığı görülmektedir. Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması (SEGE) 2011’ çalışmasının sonuçlarına göre bölgeni hızlı bir biçimde geliştiği raporlanmıştır. Bu durum işletme eğitimi almış nitelikli işgücüne gereksinimini artacağı anlamına gelmektedir. Bu gereksinim ise Kütahya Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine dönüştürülmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu dönüşüm faaliyetlerinden birisi de “İşletme Fakültesi’nin” kurulmasıdır. “İşletme Fakültesi” kurulması, bölümün 45 yıldır yürüttüğü çalışmaların daha kurumsal bir yapı ile devam etmesi, öğrenci sayısının artması, TR33 ve ülke bazında nitelikli istihdamın artması anlamına gelecektir. Yukarıda sayılan gerekçeler dikkate alınarak AACSB (The Association to Advance Collegiate Schools of Business) akredite edilmesini kolaylaşacak ve mezunlarının uluslararası unvan almalarını kolaylaştıracaktır. Bu gerekçelerle İşletme Bölümünün bir an önce fakülteye dönüştürülmesi öngörülmekte ve Yüksek Öğretim Kurumlar Teşkilatı Kanunun’da değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifinin hazırlanması gerekmektedir. İşletme Fakültesi Bölümleri  İnsan Kaynakları Yönetimi Enformatik (Yönetim Bilişim Sistemleri) İşletme (İngilizce) Konaklama İşletmeciliği Sağlık Yönetimi İşletme Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi   DÜNYA ÇAPINDA İŞLETME EĞİTİMİ İÇİN AKREDİTASYON (https://www.aacsb.edu/ ) Dünyada işletme okullarının akredite olduğu, başka akreditasyon kuruluşları da olmasına karşın, üye okulların %86’sına göre; AACSB dünya üzerindeki en fazla bilinen kuruluş olup;diğer akreditasyon kuruluşlarıyla kıyaslandığında çok daha sıkı kural ve süreçleri içermektedir. AACSB akreditasyonu sürecine dahil olmanın öğrenci ve mezunlara yönelik etkileri şöyle sıralanabilir:  AACSB, üniversitelerin işletme ve muhasebe programlarında lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde uluslararası tanınmışlık sağlamaktadır.  AACSB Akreditasyon Standartları, bu programlarda eğitim alan öğrencilere kendilerini geliştirmeleri ve daha iyi bir eğitim almaları konusunda katkı sağlamaktadır.  AACSB’ye akredite olan okullar, öğrencilere parlak bir eğitim hayatı yanında, akredite olmayan diğer okullarda bulunmayan eğitim ve kariyer olanaklarını sunmaktadır.  AACSB’ye akredite olan okullar, akredite olmayan okullar ile kıyaslandığında, işverenler tarafından daha fazla talep edilen mezunlar yetiştirmektedir.  AACSB resmi öğrenci sitesi bestbizschools öğrencilere çeşitli olanaklar sunmaktadır.  AACSB’ye akredite olan okullarının öğrencileri Beta Gamma Sigma Onur Topluluğu’na üye olabilirler. Beta Gamma Sigma AACSB akreditasyonuna sahip programlar için hizmet eden uluslararası bir onur topluluğudur. Beta Gamma Sigma üyeliği, AACSB akreditasyonuna sahip bir yönetim bilimleri programında öğretim gören bir öğrencinin sahip olabileceği en yüksek tasdiknamedir. AACSB akreditasyonu sürecine dahil olmanın akademisyenlere yönelik etkileri ise aşağıdaki gibidir:  Akademisyenler, akredite olmuş bir kurumun çalışanı olarak, tanınma, kendini geliştirme, evrensel eğitim kuralları ve müfredatı uygulayabilme olanaklarına sahip olmaktadırlar.  Akademisyenler; 90 farklı ülkede 1.400 fakülteyi bünyesinde barındıran ve 33.000’den fazla akademisyenin üye olduğu ‘AACSB Exchange modülüne kayıt olarak diğer akademisyenlerle tanışıp işbirliği geliştirme ve iyi uygulamaları paylaşma fırsatı elde etmektedirler.  MyAACSB platformu ise diğer fakültelerin paylaşılan ders müfredatlarına, projelere, konferans ve seminer materyallerine ulaşabilme olanağı sağlamaktadır. Ayrıca, akademisyenler ve öğrenciler, kariyerlerini yurtdışında devam ettirmek istemeleri halinde ‘BizSchoolJobs” linkinden dünya genelinde AACSB ile işbirliği halinde bulunan üniversitelerin akademik ilanlarına ve diğer işletmelerin eleman arayışlarına kolayca başvuruda bulunabilirler ve istihdam olanaklarına ulaşabilmektedir. Çünkü Bloomberg, Dow Jones Company, Grant Thornton, Financial Times gibi dünya çapında ünlü şirketler AACSB’ye şirketler bünyesinde üye olup iş birliği halindeler.   MÜFREDATIN GÜNCELLENMESİ İşletme bölümü eğitim sisteminin en önemli sorunu; müfredatın paydaşların istediği nitelikte öğrenci profilini sağlayamamasıdır. Uluslararası perspektifinde yeni bir paradigma (zihin haritası) çerçevesinde işletme eğitim modelini ortaya koymak için stratejik yol haritasının kilometre taşları:  Öncelikle mevcut durum analizi yapılmalıdır.  Uzun vadeli konumunun ne olacağı belirlenmelidir.  Arama konferanslarından çıkan sonuçlar ile hem eğitim müfredatı, hem eğitim       kadroları  belirlenmelidir.  Hedef olarak belirlenen standartlara eriştirecek öğrenci yetiştirmek için evrensel değerleri merkez alan eğitim programının hazırlanması sağlanmalıdır. Bölümlerin lisans, yüksek lisans ve doktora ders müfredatlarının günümüz değişen koşullarına ve sanayinin ve diğer paydaşların gereksinmelerine göre yeniden güncellenmesi ve güncellemesinin üniversitemizin tümüne yayılması gerekmektedir. Hocaya göre ders değil öğrencinin geleceğe hazırlanması için ders planının oluşturulması gerekmektedir. YURTİÇİ / YURTDIŞI BİLİMSEL ETKİNLİKLERE KATILIMIN DESTEKLENMESİ Üniversitemiz nitelikli akademik çalışma ve yayın sayısının artırılabilmesi için akademisyenlere verilen yurt içi ve yurt dışı bilimsel etkinliklere katılımın desteklenmesi, destek sayı ve çeşitlerinin artırılması, ekonomide yaşanan gelişmeler dikkate alınarak ödenen tutarların güncellenmesi ve yönergenin güncellenmesine gereksinim bulunmaktadır.Akademisyenlerin düşen motivasyonlarının tekrar canlandırılabilmesi için de; teşvik,motivasyon ve ödül sisteminin kurulup işletilmesi kalite düzeyinin artmasında önemli kilometre taşı olacaktır. ÖĞRENCİLERİN ÜNİVERSİTE DIŞI ETKİNLİKLERE KATILIMININ DESTEKLENMESİ Üniversitemizin tanıtımı ve tercih sayısının artması açısından, üniversite dışı etkinliklere katılacak öğrencilerin desteklenmesi ve katılmaları için motive edilmelerine gereksinim bulunmaktadır. AİDİYETİN ARTIRILMASI "Üniversite" kavramının tarihsel geçmişine bakıldığında; üniversite ve akademisyenlikte "aidiyet" kavramı çok önem kazanmaktadır. Üniversitede; “kurumsallaşmaya” önem verilmesi,“liyakatın en önde” tutulması, “etik dışı davranışlara” fırsat verilmemesi ifade edilmiştir"Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet için de üniversite gereklidir. Üniversite Cumhuriyet'in sahipliğindedir”. "Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz.” KADRO SORUNU Ülkemizde, “akademik ilerlemede” sorunlar giderileceğine, sürekli değiştirilip ağırlaştırılmaktadır. “Üretim için”; akademisyenlerin “özlük hakları” dahil, “akademik yükselmeleri de” otomatik olmalı ve “akademisyen bilim/sanata yönelmelidir.” İlk 500 üniversite içine girmek, ancak kafasında kadro problemi yaşamayan ve sürekli olarak akademik çalışma için teşvik edilen ve özendirilen personel ile mümkün olabilecektir. AKADEMİK BAŞARI ÖDÜLLERİ Üniversitemizin akademik yayın ve başarı sayısının artırılabilmesi için akademik teşvik yönetmeliği dışında üniversitemiz özelinde bir akademik teşvik ve ödül sistemine gereksinim bulunmaktadır. ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ GEREKSİNİMİ İşletme bölümünde akademik ve idari faaliyetlerin yürütülebilmesi için Anabilim Dalı bazında her ABD için en az 2 araştırma görevlisine ihtiyaç bulunmaktadır. İŞLETME BÖLÜMÜ İÇİN BİLGİSAYAR İŞLETMENİ KADROSU VE TEKNİK PERSONEL GEREKSİNİMİ İşletme bölümündeki bilgi, işleme ve kağıt okuma işlerinin yürütülebilmesi, ayrıca akademik ve idari personelin teknolojik gereksinmelerinin karşılanabilmesi ve sorunların giderilmesi, laboratuvarın ve sınıflardaki bilgi teknolojilerinin bakımı için 1 adet teknik personele ve 1 adet bilgisayar işletmeni kadrosuna gereksinim bulunmaktadır. ERP LABORATUVARI Laboratuvarın temel amacı, öğrenci ve akademisyenlere kurumsal kaynak planlaması yazılımlarının kurulumu, işletilmesi, programlanması ve bakımı gibi konularda uygulamalı eğitim olanağı sunmak ve konu ile ilgili uygulamalar geliştirebilmek için gerekli alt yapıyı sağlamaktır.Öğrencilerimizin lisans yıllarında programı ile tanışmaları ve güncel uygulama örnekleri üzerinde çalışma olanağı bulmalarının, kariyerlerinde büyük avantajlar sağlayacağına ve geleceğe daha güvenle bakmalarında yardımcı olacağına inanıyoruz. ERP laboratuvarının öncelikle bölümde seçmeli ders olarak öğrencilerin tercihine sunulması planlanmaktadır. Gelecek yıldan itibaren müfredata da alınması planlanan ERP laboratuvarı,teneffüs ve boş vakitlerde de öğrencilerin kullanımına açık olacaktır. Laboratuvar için talep edilenler;  30 adet masaüstü bilgisayar ve masası  Hepsi için internet bağlantısı.  Laboratuvardaki bilgisayarlarda ERP, SAP lisanslı yazılım paketleri (İşbirliği ile sağlanacaktır.)  Akıllı tahta  Projektör   BİLGİSAYAR LABORATUVARININ VE DERS ARAÇ GEREÇLERİN YENİLENMESİ Teknolojide yaşanan gelişmelere ve güncellemelere ayak uydurabilmek ve öğrencilerimizi uygulama dersleri ile geleceğe hazırlayabilmek için mevcut laboratuvardaki bilgisayarların ve yazılımların güncellenmesi gerekmektedir. AKADEMİK YIL AÇILIŞ VE KAPANIŞ KOKTEYLERİ Üniversite personelinin kaynaşması ve motivasyonlarının artırılması için akademik yıl açılış ve kapanış kokteyllerinin ve çeşitli etkinliklerin düzenlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. PEYZAJ, BANK VE OTURMA ALANI Öğrencilerin okulda kalma sürelerini uzatmak, okula ve derse devamlarını artırmak, okulu daha yaşanabilir bir kampüs haline getirmek için peyzaj, bank, oturma alanları, alternatif yiyecekiçecek alanlarına ihtiyaç bulunmaktadır. OTOBÜS SAAT VE SAYILARININ DÜZENLENMESİ Fakültemiz ve bölümümüzde derslerin hafta içi ve sonu gece 23’e kadar sürmesi nedeniyle öğrenciler gece otobüs bulamamakta ve bu da öğretim elemanlarında dersi daha erken bitirme taleplerine neden olmaktadır. Bunu engellemek ve öğrencilerimizin mağduriyetini gidermek amacıyla otobüs saat ve sayılarında belediye ile yapılacak görüşmelerle düzenlemeye gidilmesine gerekmektedir. -------------------------       Hangi üniversitede olursanız olun bu ilham verici ve yol gösterici ilk dersi dinleyin. Online Eğitim Platformu Udemy'nin Kurucu Ortağı ve Yönetim Kurulu Başkanı, Carbon Health'in Kurucusu ve CEO'su Sayın Eren Bali ile İlk Dersi  işletme bölümümüzün ilk dersi olsun... öğrencilere önemli mesajları var. https://bit.ly/3d51XGv   Yurtdışında yüksek lisans ve doktora için YLSY Burs başvuruları başladı! https://yyegm.meb.gov.tr/www/2020-ylsy-burs-basvurulari-hakkinda-duyuru/icerik/483…

Bayram Sevindiğiniz Kadar Değil, Sevindirdiğiniz Kadar Bayram !...

Bayram gibi yaşanılan bayramlara hasret.olmadan.. Herkese iyi bayramlar olsun.... Bu bayramda on milyonlarca hem küçükler için hem de büyükler için sevdiklerini akılda ve kalpte tutarak yaşansın, "iyi ki var, çok şükür" duygusunu katmerlendirecek bir bayram olsun...…. Bayram sevindiğin kadar değil, sevindirdiğin kadar bayram!... Bu bayramın; Ülkemize ve Türk Dünyası’na huzur dolu, güzel günler getirmesi dileği ile… Ramazan  Bayramınızı en içten dileklerimle kutlarım…   Bayram Duası !... (Birlikte okuyalım) Kainatın Yaratacısı,  Yerin ve Göğün Tek Sahibi Yüce Rabbim; Hiçbir zaman , hiçbir koşulda senden başka  hiç kimseye kulluk etmeyeceğime...!  Rağbeti sadece sana olan kul olacağıma!... Tüm insanlığı ve Türk Ulusunu her türlü  afetlerden koruman için!... Bizleri, gurur, kibir,  ihtirastan uzak tutman için,  kıskançlık marazına yakalanmışlar dan olmamak için!...  Gerçeği örten nankörlerden / inkârcılardan / riyakarlardan/  münafıklardan / haram ile helal farkı gözetmeyenlerden.... kul hakkı /yetim hakkı yiyenlerden olmamak için!... haksız yere hiç kimsenin ahını almamak için!.. haksızlık karşısında susanlardan olmamak için!..  emanetleri ehline vermiyenlerden sakınmak için!... adaletle hükmetmeyenlerin şerrinden korunmak için!... ahde vefa/ salih amele sahip olmayanlardan uzak durmak için…  adaletten dönüp heva (tutkuları)na uyananlardan olmamak için!... kapalı kapılar altında her türlü fitne ve fesatlık  yapanların şerrinden korunmak ve onlardan olmamak için!... iftira atanların şerrinden korunmak için!... emanet lafz-ı bî-medlûllardan uzak durmak için!..  Sevgiyi paylaşmak için!... dostluğu yaşatmak için!... Bayramlar vardır kutlamak  ve af dilemek için!..  bu duygular içinde kutlayacağım!.. Tüm yıl içinde  yaptığınız dualarınızı ve ibadetlerinizi” Yüce Rabbim Kabul eylesin!... Her yaşanan günde bir Şeb-i Arûs var.. Ama bugünlerde daha çok var..   İyi bayramlar..